“Müzik ve Sülük’ün bir arada zikredilmesi neyin nesi?” diye merak edenleriniz olmuştur. Her ikisinin de çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanıldığını da bilenlerimiz mutlaka vardır!
Önce “MÜZİK” ten başlayalım.
Edirneli olup da II. Beyazıt Külliyesini mutlaka biliyor ve gezmişizdir. Osmanlı döneminde müzikle tedavi yapılan en önemli şifahanelerden biri imiş.
Burası yüksek bir kubbenin örttüğü geniş ve kontrol edilebilir bir orta avluyu çevreleyen 6 kışlık ve 4 yazlık oda ile bir müzik sahnesinden meydana geliyor. Avlu ortasında ayrıca fıskiyeli bir şadırvan bulunuyor. Şadırvandan akan suyun çıkardığı ses hastaları rahatlatmaya/ferahlatmaya yönelik olarak kullanılıyor. Ayrıca orta avlunun eğimli oluşu şadırvandan taşan suların oluklarda toplanması ve hastane temizliğinin daha kolay yapılması için tasarlanmış. 15. yüzyılda bir hastane tasarlarken içinde bir müzik sahnesinin düşünülmüş olması oldukça ilginç!
Peki, Musiki Makamlarının Hastalıklarla Olan İlgisi nedir?
Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi’nin “Tadil’ul Emzice” adlı eserinde hastalıkların müzik makamları ile olan ilişkisini anlatıp çeşitli hastalıkların tedavilerinde kullanılabilecek makamlarda önerilerde bulunmuş:
Müzikle Tedavi Hastaneleri:
Orta Asya Türk Müziği‘nde beş sesli bir sistem olduğunu, bu beş sesliliğin günümüzde halen Avrupa‘da birçok yerde tedavi için kullanıldığını anlatan Dr. Yavuz, "İslam tarihinde özellikle tasavvuf ekolü mensupları (sufiler) müzikle uğraşmış ve müziğin insanın ruhsal hastalıklardan kurtulması yönünde etkilerine değinerek uygulamalarda bulunmuşlar. Özellikle Farabi, musikinin diğer bilimlerle de ilişkisini araştırmış ve çeşitli makamların insan ruhuna etkilerini açıklamıştır. Selçuklu ve Osmanlılarda da araştırmalardan öte uygulamalarda bulunulmuş ve müzikle tedavi hastaneleri açılmıştır. Nurettin hastanesi, Amasya Darüşşifası, Kayseri Gevser Nesibe Tıp Medresesi, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Süleymaniye Tıp Medresesi ve Şifahanesi, Fatih Darüşşifası, Edirne II. Beyazıd Darüşşifası ve Enderun Hastanesi bunlardan bir kaçıdır” der.
Tarihçi Yazar Murat Bardakçı bir yazısında bakın ne diyor; 16. asır Türkiyesi'nde akıl hastaları su ve müzik sesi ile tedavi edilir, sülün ve keklik gibi av etleri ile beslenirken, o devir Avrupası'nda ise bu hastaların "Ruhları şeytan tarafından ele geçirilmiş tehlikeli yaratıklar" olduğuna inanılır, tedavi yerine cezalandırılır, hattâ bazen diri diri yakılırlardı.”
SÜLÜK! Görünüş itibariyle pek hoşa gitmeyen bir yaratık! Edirne’nin merkez köylerinden Büyük Döllük’ün “Gölbaba” mevkiinde geçtiğimiz yıllara kadar yoğun sülük olurdu. Birçok şeye sahip çıkamadığımız gibi “Gölbaba”ya da sahip çıkamadık! Edirne çevresinde daha başka yerlerde de vardır. Uzmanlar iyi bilir; Sülük birçok hastalıkların tedavisinde yardımcı tıp olarak yüzyıllardır değerlendirilmiş. Bugün Avrupa’nın en gelişmiş ülkesi Almanya’da modern sülükle tedavi merkezleri hizmet veriyor. Edirne’de bu tür yardımcı tıp imkânları da günün şartlarına göre değerlendirilebilir. Aynı şekilde Bayezid Külliyesi Şifahanesi de yeniden hizmete geçirilerek Eğitim ve Sağlık hizmetlerinde yeni bir çığır açılabilir.
3 bin yıldır uygulandığı söylenen sülük tedavisini Almanlar keşfedince ihracat patlaması yaşanmış. Ülkede hirudoterapide kullanılan tıbbi sülüklerin fiyatları 6 katına çıktı.
İşte böyle! Biz, birçok “nimet”in kıymetini bilmiyoruz! Herhalde bunda rant yok!
Dostça kalın…