Sabahın ilk ışıkları altında Musabeyli Köyü’nde mevsimlik göçebe yaşam süren Roman aile ile TRT çekimlerini bitirmiş, emanet olarak giymiş olduğum Çingene gömleği ile “BEN BİLİRİM” yarışma programında en iyi Roman satıcısını belirlemiştim. Roman satıcı dediğim sokaklarda at arabası ile temsili kalaycılık mesleği gereği mahallelerden kalaylanacak bakır kapların toplanmasıydı. Meriç Nehri kenarında video çekimler bitmiş, Çekimlerde Çingene yaşamına en iyi uyum sağlayabilme becerisini gösteren yarışmacıyı belirlemiştim. Birinci olan yarışmacı Meriç Köprüsü yanında Roman ezgileri eşliğinde göbek atıp dans edecekti. Nitekim de öyle oldu. Birinci olarak seçtiğim yarışmacı Serkan döktürdü de döktürdü. Çekimde görevli TRT personeli ve iki yarışmacıya veda ederek ayrılmıştım. Ekipten hiç para talep etmeden bu çekimleri n yapılmasına katkı sunmuştum. Şartım: Roman vatandaşlarımızın sosyal gerçeğini magazinleştirmeden gösterilmesiydi. Nitekim de öyle olmuştu.
Ekiple vedalaştıktan sonra soluğu kredi kartı borcumu ödemek üzere soluğu bankada almıştım. Bankanın içindeki bankların birine oturarak sıramın gelmesini bekliyordum. Yanımda modern giyimli iki kadında bankta yerini almıştı. Bankaya 50-55 yaşları arasında, 1.60 boylarında üzerinde Roman kadınların giyimlerinin benzeri şalvar ve hırka bulunan bir kadın girmişti. Etrafa bakınırken yanına banka görevlisi bir kadın gelerek “ablacığım hoş geldin nasılsın, özlettin kendini” diyerek kadına öyle bir sarıldı ki anlatamam. Öz kardeşi olsa bu kadar yakınlık olmaz dedirtecek cinstendi. Maaşımı aldığım banka şubesi olduğundan banka çalışan tüm personelini tanıyordum. Kucaklaşma faslı esnasında banka müdürü de yanlarına gelmişti. İltifatlı sözler eşliğinde banka memuru kadının olduğu bölüme geçtiler. Nasıl bir hızsa şalvarlı kadının eline kahve fincanı çabucak değmişti. Özel bir müşteri olduğu anlaşılıyordu. Yanımda sıra bekleyen kadınlardan biri “ Çingene kadına itibarı gördün mü?” demişti. Kadının üzerindeki kıyafetler Çingene benzetmesine dönüşmüştü. Oysa kadının yüz teni itibariyle Çingene olması mümkün değildi. Kadının yüz teni beyazdı. Sıradan bir vatandaş görünümündeydi. Sakin görünümü altında hafifte olsa ürkekliğini hissettiriyordu.
Dediğim gibi özel bir müşteri olduğu anlaşılıyordu. Daha sonra yanlarına bir erkek gelerek kadının yanında adeta emir eri gibiydi. Yanında çalışan biri olduğu anlaşılıyordu.
ÇALIYORLAR AMA ÇALIŞIYORLAR
İşlemleri bitmiş olacak ki kadın ve yanındaki erkek bankanın önünde bekleyen taksiye binerek ayrılmışlardı. Banka güvenlik görevlisi “ağbi itibar böyle bir şey “ demişti. Meğerse kadın Edirne’de güzellik merkezinin sahibi imiş. Banka şubesinde milyonlarca parası olduğunu, başka banka şubesine parasını yatırmaması için kadına gösterilen itibarın nedeni buymuş. Güzellik salonunun sahibi olan kadın ahlaki iş yapmadığı bilinmesine rağmen paranın gücünün nelere kadir olduğu kendini göstermekteydi. Aklıma TRT çekimlerinde yaşadıklarım gelmişti. Yaşamın her türlü sorunlarına katlanan, ahlâki yapısından taviz vermeyen Roman ailenin durumu aklıma gelmişti. Çalmadan yaşama tutunmaya çalışıyorlardı. Bazen ister istemez aklıma “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” sözü geliyor. Şalvarlı kadın hayatın akışının koşullarında ağına düşen kadınların bedenleri üzerinden zenginleştiği anlaşılıyordu. Kimi hırsızlığı meşru sayıyor, kimi de insan bedeni üzerinden ahlaksızca zenginleşiyor. Bir zaman sonra bakıldığında bu tür kişiler ekonomik yönden itibarlı kişiler sınıfına dahil oluveriyorlar. Özellikle “çalıyorlar ama çalışıyorlar” düşüncesi hırsızlığı meşrulaştırmaktadır. Bir anlamda Çingene/Romanların yoksulluğu gibi sıradanlaştırmaktadır.
İnsanların metalaşması bugün itibariyle toplumun yozlaşmasını sağlamıştır. Bu iki örnek ahlaki kavramları değersizleştirdiği, itibarın ekonomik bir meta üzerine oturtulmasıdır. Bazen ”parasız insan itibarsız insandır” sözünü anımsarız. Öyle ya var mı pulun, siyasi gücün, cümle alem kulun. Ahlak vicdanlarda saklı kalır. Şalvarlı kadını hayatın akışının içinde bırakarak, toplumsal çürümenin ana temeli “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” düşüncesidir. Yiyin efendiler yiyin, toprak yesin hepinizi!