Sanatın insana dair bir üst yapı kurumu olarak yaşamdan bize yansıyanların, sanatçının muhayyilesinde oluşturduğu, yeni sentezler ve bakışla yansıtılması adına ortaya çıkan estetik biçimler. Burada Mimesis kavramına değineceğiz. Yunanca öykünme anlamındaki bu terim günümüzde sanatta gerçekliğin kendine özgü yansıtılmasına ilişkin olarak bu anlamda kullanılır. Etimolojide ( Köken bilim) yanıltmak anlamında mei kökünden gelir. Yanılsama ve yanıltma, taklit ederken bizden yansıyanın algılarımızla psişik olarak bizdeki dönüşümü anlatır. Gerçekliğin sanatsal yoldan yoğun biçimde yansıtılması, gerçek yaşamın sanatsal araçlarla aktarılmasıdır. Söz konusu olan yalnızca var olanın değil olması gerekeninde verilmesidir. Dönüştürmekte budur. Doğadan yansıtılanlar bir kopya değildir. Tarafımızdan dönüştürülerek tekrar doğaya eklemlediğimiz şeylerdir. Tabi betimlemelerde bir anlatım içerir.
Alman düşünür GOETHE, ‘’ Bir budala Sokrates e benzemeye çalışır, bir oyuncu Sokrates in parodisini yapar, bilge kişi Sokrates gibi olma yolunda öykünür’’. Dolayısıyla Mimesis, doğa ve insan davranışının sanatta ve edebiyatta taklide dayanan temsilidir. Aristoteles tarafından sanatın rolünün ‘’ Doğanın taklidi’’ olduğunu ileri sürerken bu tabiri kullanmıştır. Ancak birde yansıyanın yansıması değimini de PLATON dan bu yana İDEA lar olarak sanat felsefesine giren bir unsurdur. Değişmez öz, şeylerin ilk örneği uzayın ve zamanın ötesinde öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil ruhsal olarak anımsama yoluyla kavranabilen, algılanabilen asıl gerçeklik ( Töz). Dolayısıyla A. Einstein ın ( Anştayn) görecelilik kavramına kadar giden bir bakış söz konusudur. Ona göre bizim gördüğümüz görünen haliyle AY aslında bir TÖZ ün görünen halidir. AY diye bir şey yok. İddiası bu. Öyleyse bize yansıyan bu gerçekliği biz yansıttığımızda bize yansıyanın yansıtılmasını yapmış olmuyormuyuz.
Sanat dünyasının Antikiteden beri tartışı önemli bir kavramın üzerindeyiz. Buradan da 1960 sonrası gelişen ve günümüzde Amerikan Pop Art ının getirdiği Hiperrealist / Foto Gerçekçi çalışmalar taklit ise tarafımızdan bir katkı olmadan doğadan fotoğraf çekimini ayna tutmak bile denemeyecek aktarımı olmasıdır. Bir anlatımsal özelliği yoktur. Varsa Fotoğrafın çekiminde vardır. Fotoğrafı aynen boyamanın resim sanatıyla bir ilgisi yoktur. Aslında Fotoğrafı makinesi geliştiren insan bu aktarımı makineye devretmesi ile büyük bir çığır açılmış, resim sanatı anlatımsal olarak özgürlüğe kavuşmuştur. Nazan / Mazhar İPŞİROĞLU ‘’Sanatta Devrim ‘’ kitabında tasvirden kavramsala geçişin öyküsünü görmekteyiz. Nesnel Gerçekçi betimlemeden ifadenin kavramlaşması aşamasına evrilmesinin sanatsal olarak plastiketesinin de devreye girmesi açısından çok önemlidir. Aristo dan bir adım öne geçen Platon ( Eflatun),ruhsal mekanizmalara bağlı algılara açık sanatsal yorumların da başlangıcını oluşturur.
Sanatçının görevi, belli ölçülerde Metaforik ( Mecaz – Eğretileme) öğelerle de donatılı olarak ifade edebilme kapasitesine dayalı olmasıdır. Asla taklit peşinde olmamalıyız. Taklitten kasıt, doğayı olduğu gibi aktarmıyoruz. Nesnel Gerçekçi figüratif eğilimler içinde bile bu anlayış yoktur. Yorumlama yeteneği ile bu metaforu en iyi kullananın gerçek sanatçı kimliğine kavuşacak olmasıdır.
Akademik eğitimin başında her şeye taklitle başlarız. Dışımızdaki dünyanın yani bize yansıyan haliyle görünen gerçekliğin, nesnel ve somut biçiminin sonlu varlıklar olarak mekan içinde yer kaplayan, kütlesi ve hacmiyle plastik olarak öncelikle kavramamız gerekiyor. Belirli bir uzam da ( uzayın belirlenmiş parçası) yer alan varlıkların elle tutulur halini iyi gözlemlememiz ilk işimiz olmalıdır. Varlıkları bu haliyle çözümleyemediğimiz zaman diğer aşamalara geçemeyiz. Prof. Dr. Ayla ERSOY un’’ Sanat Kuramlarına Giriş’’ kitabında, İfade ve Üslup bölümünde altını çizdiğimiz üç aşamadan bahseder. ’’Bir sanat yapıtını yaratırken üç aşama göze çarpar. Önce taklit ederek doğayı, insanı ve nesneleri öğreniriz. Sonra edindiğimiz izlenimleri yani sezgileri somutlaştırarak ifade ederiz. Son aşamada ise ifade
( Anlatım) değerini arttırmak için gerekirse gerçeği ( Bize görünen gerçeği) ve biçimleri değiştiririz. Ayla hocamızın değişiyle bu değişimlerde sanatçının kişiliğinin ve ideallerinin payı büyüktür. Çünkü bu yaratım onun üslubunu ortaya çıkarır. Aslında sanatsal ve estetik olgular salt ifade biçemidir. ( Biçem-Üslup) Sezgi ile bizler her türlü doğa izlenimlerini dışa vurarak biçim haline getiririz. Buda anlatım denilen olgunun saf halidir.
Değerli genç öğretim üyesi hocalarıma saygım, sevgim ve katkım ile birlikte, bu yazımda atölye hocalığı yapmış olmamın öğretisini hem özetlemiş hem de paylaşmış oldum. Atölye sergileri denince, belli bir Gusto ya( Estetik Beğeni) ulaşmış, ifade ve üslup, yorum ve bakış açısının öncelikli bir sorunsalımız olduğunu belirtmek isterim. Taklitten yola çıkıp sonrasında değiştiren ve dönüştüren bir yapısal anlayışı sanat eğitimimizin temeline oturtmanın yararlı olacağı kanısındayım. Bu anlamda atölye hocalığı çok kapsamlı ve derinlikli bir formasyonu da zorunlu kılmaktadır. Can dostum genç atölye hocası arkadaşlarımın da bu gerçekliği kavramış olmalarından dolayı da çok teşekkür ediyorum. Estetik algının pekişmesinde ve yansıtma biçimlerinde özgün kişilikler olarak öğrenci çalışmalarına yansıyan haliyle atölye sergileri, bu açıdan bakıldığın da belli bir eğitim sürecinin takip ve devamlılığı açısından son derece önemli işlevselliğe sahiptir.