Yazı dediğimiz grafiksel formlar, yazının temelini oluşturan harf fontları daha sonra gelecektir. Okunur ve yazılır oluşu ile ağızdan çıkan ses uyumu, fonetik olarak karşılığında harf dediğimiz alfabe sistemini doğuracaktır. Bu serüven kolay olmamıştır. Avcı toplayıcı aşamadan yerleşik tarım kültürüne geçen insanoğlu, üretime dayalı sistemlerde takasla işlerin yürümeyeceğini de görmüş, para denilen değişim aracını keşfetmiştir. Çentik atarak işleri çözemezdiniz. Hesap kitap işi gereklidir. Harfler, sayılar ve rakamlar yerini almıştır. Yazı yazılan kâğıt da sonradan icat edilmiştir. Ancak not düşülecek yüzey ve ifade araçları ne olursa olsun, kayıt tutma gereksinimi, vak’aları kaydetme, vakanüvistliği de ( tarih yazıcılığı) getirecektir. Belgeleme işini mağara duvarlarından başlatabiliriz. Altamira ve Lascoux da Magdalenien, hayvan üslubu çizimler, av dönüşü çizimleri, eller ve hayvan tasvirleri gibi. Tabi savaş sahneleri de tarım kültürüyle girmiştir. Kayalara yapılan çizim ve kabartmalarda bunu anlatmışlar. Primitif halk sanatlarında Güney Afrika’da Buşmanlara ait kaya resimleri, bu tür mücadele sahneleridir. Figüratif resimli anlatımlardır. Piktograma dönüşen görsel grafiksel şekillerin atasıdır bu çizimler. Eski Mısır’da sembolik olarak stilize edilmiş resimsel çizimlerden oluşan Hiyeroglif yazı, ölü kültü de denilen Mısır resim üslubunun yazıtlı anlatımıdır. (Resim–4)
Resim 4 Mezar adası resmi ve yazılar
Narrative–hikâye edici anlatımlar, betimlemelerinin temelini teşkil eder. Yatay ya da düşey sıralı görsel şekillerle anlatım, duvar yazılarının özünü oluşturur. Hititler’de büyük imparatorluk çağında, başkent Boğazköy’de ‘Yazılıkaya’ kabartmaları. Doğal kayalara oyulmuş Hitit tanrılarının sıralı görsel yazılımıdır. Kral IV. Tudhaliye (MÖ.1250-1220) tarafından yaptırılan Yazılıkaya da ölmüş kral kültü yer alır. Giderek yüzeyden kurtularak anıtsallığa ulaşan dikili taşlarla(Obelisk) karşılaşıyoruz. Karnak’taki Tutmosis I ile Haçepsut’un Sütunları gibi. İstanbul’da Sultanahmet’teki dikili taşı anımsayın. Mezopotamya’da Susa da Kral Naramsin’in zafer taşı kabartmaları.(Mö. 2250) Uruk’da Vazo kabartmaları. Camdet Nasr çağı.(Mö. 2700) Bir dizi öykü görsel olarak anlatılmaktadır. (Resim–5)
Resim 5 Uruk Vazosu
Burada görülen Stel(İng. Stele) denilen küçük dikili taşlardır. Özellikle antik dönemde Mezar Steli de denirdi. Mezopotamya’da ise kral buyruklarının yazılı olduğu, ince taş levhalar ya da silindirik formda olanlar da vardır. Ünlü çivi yazısı da çok sonra ulaşılacaktır. Sümerlerde ilk çivi yazısı da toprak tablet üzerine yaşken bastırılınca iz bırakan çivimsi izlerle oluşan ilk yazı karakterinde formlardır. Dolayısıyla taşınabilen arşive konulabilen bir aşamaya geçilmiştir. Zaten Papiruse geçilince sadece taşınabilen değil, Parşömen ile (Bergama’da ince oğlak derisine yazmak) el yazması cilt yapımı ile kitap ve defter olarak bir araya getirilen aşamaya da geçilmiş oluyor. Şimdi yeri gelmişken Orta Asya’da dikili taşlar çok daha anlam kazanıyor. Göktürk abideleri Orhun vadisinde yayılmış durumda. Türk adının geçtiği ilk Türkçe metinlerin Çince ile birlikte yer aldığı ünlü dikili taşlar. Göktürk alfabesi ile yazılmıştır. Danimarkalı bilim insanı Thomsen 1893’te ilk defa okumuş ve tarihe geçirmiştir. 732’de ağabeyi Bilge Kağan tarafından Kül Tigin adına dikilmiştir. İkincisi de 735’te Bilge Kağan’ın ölümü üzerine oğlu tarafından babası adına dikilmiştir. (Resim– 6)
Resim 6 Bilge Kagan Yazıtı
Ben Yuluğ Tekin, Bilge Kağan’ın kitabesini yazdım diye anlatır. Bir ay dört gün çalıştım der.720 yılında ise ünlü vezir Tonyukuk’un abidesini görüyoruz. Tola nehrinin yukarı mecrasında dikdörtgen biçiminde iki taş. Birinde 35 satır, diğerinde 27 satır yukardan aşağı yazıldığı gibi soldan sağa da okunmaktadır.
Özetlersek, benim ‘Görsel Yazıt’ adını verdiğim çalışmalarımın ardında oldukça geniş yazıtlar manzumesi yatar. Referans kaynağım bu geniş yelpazedir. Kolaj yöntemi ile yapıştırarak üzerine çizerek ya da boya ile müdahale ederek oluşturduğum ürünlerdir. Müdahalede bulunduğum organik formlu bu soyutlamalarda yatay ya da düşey sıralı satır gibi şekiller, yazılara bir göndermedir.
Resim olayı bir anlatım sanatıdır. Alımlama ile paralel gelişir. Tarihsel süreç içinde bu niteliğini hep korumuştur. Tasvir denilen batı sanatı nihai gelişimini Rönesans’la başlayıp Neo Klasizim ve Realizm ile tamamlamıştır. İki boyutlu yüzey üzerine üç boyutlu dış dünyayı taşıma ve yansıtma adına geliştirilen Perspektif bilimine dayanır. Bu yansıtma sanatı, mekân derinliğini verebilmek içindir. Ancak soyuta doğru gidildiğinde Espas ile ön ve arka ilişkisini sağladığını görüyoruz. Doğu sanatlarında yüzeyin iki boyutluluğu esas alınarak hacim arayışı ve derinlik yerine planimetrik çözümlere ulaşılmıştır. Volümetrik denile hacim sanatları, batı sanatının Akademik öğretisine dayanır.
Bağlantı kurmak açısından deyinirsek, Minyatür denilen olgu, hem batı hem de doğu kültürlerinde yer almıştır. El yazması kitapların içinde görsel olarak metnin içeriğine uygun çizimlerden oluşur. İran ve Hint minyatürleri batı tandaslı resme dönük Nakkaşlık ürünleridir. Derinlik ve boyut kavramı çok faklıdır. Perspektif kuralları yoktur. İki boyutlu bu lekesel figüratif çizimler belli bir naiflik içinde stilize biçimler olarak yer alırlar. Bu imgeler 17 yy’da Levni’ye ulaştığında doğu batı sentezi ile yer yer hacimlemelere de yer verildiği görülür. Zahir Güvemli ‘’Resim sanatı ve Türk Resmi‘’ kitabının sonuç bölümünde ‘’Eğer biz Levni den sonrasını devam ettirebilseydik, bu gün bize özgü çağdaş Türk resim sanatından söz edebiliyor olurduk’’ diye not düşmüştür. Tanzimat ile yüzümüzü batıya, Avrupa’ya çevirdiğimizde sanayi ve teknolojik gelişmelere ulaşmak adına yapmıştık. Bu tamamen batıya ram olmak demek değildi. Atatürk’ün ‘’Muasır medeniyetlerin üzerine çıkmak ‘’ dediği, irademizle aşmak anlamındaydı. Öyle olmadı. Sanat anlamında da aktarmacı taklitçi olduk. Maalesef bizde aydın sınıfı bu transferciliği sürdürmektedir. Bizde özgünlük hala tartışma konusudur. Resim ve heykel vb bakınız, yarışmalarda jüriler batı eğilimli çalışmalara ödül vermeye devam ediyorlar. Sanat evrensel anlamda çok geniş boyutlu bakış açısına açılır. Kültürleşme de ulus devletlerinin yapısında vardır zaten. Ama doğrudan almak değil, bilgi birikimi ile doğru alınmış referansların üzerine inşa edilmiş sentezlere dayanır. Bir bakıma yeni bir kimlik yaratma demektir. Özgün kişiliklerin oluşması demektir.