Laiklik, “din ve dünyalıkların birbirinden ayrılması”ndan daha geniştir. Laiklik kısaca aklın özgürleşmesidir. Aklı eleştirel, sorgulayıcı yönde kullanmasına izin vermeyen her türlü etkenden kurtarmaktır. Laiklik, devlet, siyaset, hukuk, eğitim gibi işlerin dogmalara göre düzenlenmemesi, dinin kişisel ve özel yaşam alanına çekilmesi ve bu koşulla dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır. Atatürk’ün lâiklik politikası, fertlerin dinî inançlarına hiç karışmamakta ancak devleti dogmalardan ayrı tutmaktadır.
Ülkemizde lâiklik İlkesine şu iki açıdan gereksinim duyulmuştur. Birincisi: Ümmet olmaktan çıkarak Ulus olmak ve milli birlik-beraberlik duygusuna kavuşmak. İkincisi: Çağdaş dünya medeniyetine ulaşmak.
Laiklik sayesinde teokrasiye dayalı ilahi meşruiyet yerini milli irade olarak da bilinen demokratik halk iradesine bırakmıştır. Egemenliğin kaynağı artık ruhban sınıfları, imparatorlar değil Ulus’tur. Bu nedenle demokrasi-laiklik-halkçılık birbirleriyle yakından alakalı ve birbirlerini tamamlayan kavramlardır.
Lâiklik, yeni devletin meşruiyet dayanağı olan Ulusal egemenliğin gerçekleştirilmesi bakımından yaşamsal bir ilkedir.
1921 Anayasası, 1. maddesinde “egemenliğin kayıtsız şartsız milletindir” ifadesiyle “milli egemenlik” kavramını belirtmiştir. Böylece egemenliğin kaynağı millet olmuştur.
8 Nisan 1924'te çıkan bir kanunla şeriat mahkemeleri kaldırılmıştır. Bütün yerli veya azınlık cemaatleri de aynı Medeni Kanun'un kendilerine uygulanmasını kabul etmişlerdir. Dinlere göre ayrı medeni haklar uygulanması gibi karma bir hukuk ve adalet sistemi de kesin olarak bırakılmıştır.
30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı “Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Bir Takım Ünvanların Yasaklanmasına ve Kaldırılmasına Dair” yasa kabul edildi. Yasayla tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesi de yasaklanmıştır. Bu yolla laikliğin “vicdan özgürlüğü” boyutu sağlanarak tarikat, şeyh gibi aracıların halkı dinsel yönden sömürmesi engellenmiştir. 17 Şubat 1926 tarihinde “Türk Medeni Kanunu” yürürlüğe girmiş ve “Mecelle” kaldırılmıştır.
Lâiklik ilkesinin uygulanmasında iniş-çıkışlar olsa da ülkemizin beklentileri yerine getirilmiş ve getirilmektedir.
Ülkemizin içinde bulunduğu bu günkü durum da göstermektedir ki Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ancak Atatürk İlke ve Devrimlerine sıkı sıkıya sarılmakla garanti altına alınabilir.
Atatürkçü Düşünce Derneği Edirne Şubesi Yönetim Kurulu olarak, “Efendiler ve ey millet; biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler ve müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır” diyen Büyük önder Gazi M. Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyoruz. Şeriat mahkemelerinin kaldırılarak yerine laik mahkemelerin kurulmasının 97. Yıl dönümünün Ulusumuza kutlu olmasını diliyoruz.