Toplumu, aileyi çökerten ana unsur para aşkıdır; mal mülk kazanma hırsıdır; bunlar boş hayallere, hileli güvencelere kanmakla insanın niyetlerinde serpilir ve sonunda acı meyvesini verir. Bu davranış biçimi hem zenginlerde hem de fakirlerde aynı formülle yol alır. Kendi aklınca bir şey bulduğunda (ki sokulmuştur o aklına), eline bir şey geçirdiğinde çaktırmadan onu kullandığını, ondan istifade ettiğini zanneder. Emniyet altına alınan bir ortamdaysa artık çekinmeye de ihtiyaç duymaz. Toplum ya da kişi dini, siyasi düzeni ne olursa olsun para düşkünlüğüne, mallar mülkler edinme hırsına tutundurulmuşsa artık illetlidir. İşte “tutanın tuttuğunu” denilen sistemin kabaca tanımı budur. Zengin olacaksın, şu olacaksın bu olacaksın; onlar da senin olacak, dilediğini de elde edeceksin; yaşamda sıkıntı çekmeyeceksin aksine yolun bolluk (lüks-sefahat) olacak sözleri zihinlerde yankılanır ve illetli arzuları insanları ele geçirir.
Şiir sevenleri, sözü bilenleri-bilmek isteyenleri, sanatın ve felsefenin inceliklerinden anlayanları bulmak her çağda zordu, bugün de böyledir ve bunun böyle olması da ezeli hakikatle, öğretiyle çelişmez.
Şiirle kalın: SİS DAĞILINCA
Her şey değişiyor günü fetheden güçle, zaman da değişiyor mu sence; senin de değişme vaktin mi? Şimdi bilgelik çağırdı. Yeniden eğilirken asma dalları sulu üzüm salkımlarıyla, sirke ve şaraba boyun eğerken taneleri; bilgelik seni andı.
Kıyılar içi boş midye kabuklarıyla dolup taşıyor. Yosunlarla sarmaş dolaş olmuş kayaların anısı olmaz. Zaman aynı ama modadır değişen. Modaysa nakittir, ganimettir, yağmadır, çapuldur; bahçeli evlerde oynayan çocuklardan, emeğini hakkıyla tadamayan ücretlilerin sırtından kazanılan acı ancak kazananına nefis gelen çakıl lokmalardır. Değişmeyen kem şeylerin daha da değişmeyenleri vardır modanın ‘huzurlu’ diyarında; bilgelik sana bildirmek istedi, duymadın.
Ormanlar sahipsiz değil ki! Sahiller, kayalar, çiçekler, hayvanlar ve mutlu insanlar da öyle. Yaradan bilir… Bildin mi? Bilgeliğin teldolabına kilitlendiğini.
Marmara’nın Karadeniz’in değerini bilmedikten, Boğazların, nehirlerin ve derelerin… Sonra kim bilecek ki senin değerini? Aslanın pençeleri altında bir ceylan yatardı, Üsküdar Meydanı’nda; sabahları sisin çöktüğü Boğaz’dan Eminönü’ne, Galata’ya geçemeyen biçare emekçi gibi. Bir yudum sıcak şekerli çay, bir lokma sıcak yağlı poğaça kahvaltısında kalpler temizdi alınlar aktı; anlayamadın.