Değerli okurlar, bugün sizinle bir kameranın merceğinden aktarıyor gibi kaleme aldığım yaşlı bir çiftin öyküsünü paylaşacağım. Onlar hastalıkta sağlıkta, sosyal çalkantılarda veya kısıtlama günlerinde ne olursa olsun el ele diz dize; göz göze söz söze parklarda, kıyılarda, yurt içi yurt dışı kültür gezilerinde olmak yerine hayatlarının en değerli anlarını birbirleriyle çekişerek geçiriyor. Mutlulukla son vakitlere sarılmaları gerekirken, yaşamlarının son demlerine maalesef sistemin ürettiği mutsuzluklara ilave bir de kendileri kısırdöngü ekliyor. Stres içinde paylaştıkları evi daha yaşarken kendilerine mezar kılıyorlar bir de kıldıranlar yetmezmiş gibi. Ve belki de onlar daha da uzun yıllar öncesinden, biraz uzunca süren balayları geçtikten sonra neredeyse tüm ömürleri boyunca birbirleriyle çekişmişlerdir. Çekişmek, sözünü geçirmek ama ne için? Günbegün didişmelerden beslenen manevi bir yüktür bu! Yaşlı çiftimizin payına da eklenir huzursuz emeklilik günleri yetmezmişçesine. Kısacası yalansız dolansız ve başkalarına karşı kin tutmayan dostluğun bir şey olmaktan, karı koca olmaktan önce geldiğini akıldan çıkarmamak gerek. Doğayla barışık yaşamak dolayısıyla şehirlerde huzur bulmak herkesin ve her kuşağın hakkıdır. YAŞ YETMİŞ (İstanbul Metropol adlı kitabımdan…) Makineyi yarın sabah çalıştırsan bu gece geberir miydin? Gece, mutfak beyaz ışık, salon abajur aydınlatması İstanbul’da bir apartman dairesi: Mutfak kapısından yetmişlerinde yaşlı bir kadın bulaşık makinesini boşaltırken görülür. Sessizliğin içinde sadece yaptığı işin şıngırtısı duyulmaktadır. Kadınla aynı yaşlardaki kocası sinirli sinirli ayağını titretip mutfaktan gelen tabak çanak seslerini salonda öfkeyle dinliyordur, dayanamaz: Adam, otoriter: Nalan hâlâ ne yapıyorsun mutfakta? Öleceksin yakında ama hâlâ hangi iş hangi saatte yapılır öğrenemedin. Kızını da kendine benzettin. Bugün geldi hiç yanımda oturmadı, devamlı orada burada evde dolandı durdu. Kes artık şu gürültüyü, kafam şişti be! Kadın elindeki tabakları mutfak dolabına koyunca yüzünü tavana kaldırıp yakasını silkerek illallah eder. Yeniden bulaşık makinesine dönüp içinde kalan çatal bıçakları çıkartır. Adam bu sefer de çatal bıçaklardan çıkan şıngırtıya odaklanmıştır. Adam öfkeli, sinirden seğiren mimiklerle: Makineyi yarın sabah çalıştırsan bu gece geberir miydin? Zaten iki saattir uğultusu kafamın içine etti. Kalkıp kapıyı kapatmadın, ne halin varsa gör, aptal kadın, ben yatıyorum. Kalkıp salondan çıkar. Kadın çatal bıçakları çekmeceye yerleştirdikten sonra eline aynı çekmeceden bir makas alır ve arkasındaki masada duran nohut paketinin ağzını kesip dolaptan çıkardığı tasa nohut döker. Nohutları dökerken sessizlikte plastik kaba boşalan kuru nohutlar ‘taaaarrrrr’ diye ses çıkarır. Adam da banyoda takma dişlerini muslukta yıkamaktadır. Kuru nohutların tasa boşaltılırken çıkarttığı sese kulak verir. Adam mırıltılı, iğrenerek: Geberemedin, pis karı! Yatak odası, sokak lambası aydınlığı: Yaşlı karı koca birbirine sırtını dönmüş yatakta yatmaktadır. Yüzleri açıktadır. Kadın camdan gelen sokak ışığına, adam da duvara yansıyan gölgelere bakmaktadır. Konuşmazlar adam hâlâ öfkelidir. Sırtını karısının sırtından biraz daha uzaklaştırır. Kadın bunu fark eder. Adam kısık ve öfkeli sesle: Seni hiç sevmedim. Şu an seni boğmak istiyorum, bir kez olsun istediğim şeyi zamanında yapmadın, dur dediğimde durmadın. Kadın gözleri dolu, kabullenerek: Biliyorum! Adam iğrenerek: Geber pislik! Der ve topuğuyla karısının bacağına vurur. Kadının gözlerinde biriken yaş akar. Yaşlı gözleriyle perdeden yüzüne vuran ışığa bakarken gözlerinden gözyaşı süzülür durur.