Yılın en güzel günleri yine geldi değerli dostlar; doğum günümün 26 Aralık olması da ayrıca kendi adıma sevindirici, birkaç mutluluğu peşi sıra yaşıyorum bugünlerde. Bilindiği üzere herkese ayrı ayrı seslenecek anlamlarla, güzelliklerle, yoğunluklarla, manevi zenginliklerle doludur bu son 52’nci hafta. Nihayetinde hayatın insan işlerine dair takvimi de güncellenerek sürecek. Zamlar, vadeler, etkinlik takvimleri, hesapların yeni yıla devri… Kısacası insanlar için umutların, niyetlerin, beklentilerin, hakların bir kere daha hatırlanıp tazelendiği vakitteyiz. Darda olana ferahlık, hasta olana şifa ve herkese doğal sevgiden yana bereketli, sağlıklı, huzurlu mutlu bir 2021 dilerim.
ÜÇ TAY (Hipodrom adlı eserimden…)
“Artık korku ölmüştü ebedi düzlük önlerine serildiğinde!”
Sıyrılmaksızın rekabete doğmuşlardı aynı harada. Babaları birdi anaları, ahırları farklı olsa da sanki sözleşmişler gibi on bir ay sonra aynı gün doğdular. Hiç oyalanmadılar ayağa kalkıp analarının peşine takılmak için. Emerken analarını birbirlerini gözlediler, burunlarından buhar püsküren ayaz sabahlarda. Analarına tutkundu babadan üç kardeş, nasıl koşulması gerektiğini yalnız analarından öğrenmişti onlar. Öfkeliydiler babalarına ama babalarının ölümüne çiftleştirildiğinden bihaberdiler, sağıldığından menisinin son damlasına kadar! Yavrularına konuşuyordu ana kısraklar “Hızın kendisini geçip yok olacaksın karışarak ölümsüz ruhlara!” Öğretiyordu kısraklar kendi analarından öğrendiklerini: “Yavrum gerçek karanlıkta parlar!” diye.
Gözlerde ışıldayan umutlar üzerlerindeydi ancak üç tay bilerek yarış kazanmadı o gün gelene dek. Hırslanmışlardı. Sezdirdiler ilgililere mecbur bizi aynı yarışa yazacaksınız, yazın ve görün diye hangimizin anası kutsaldır! Sonunda aynı maiden koşuya kaydettiler, onları. Her bir safkan maiden’dan ilk çıkan olmak istiyordu babadan kardeşlerini geçerek. Sonsuza kadar bu gururu taşımak için üçü de anası için koşacaktı; kendisini doğuran, emziren, ısıtan ve hayatın özünü yani karşılıksız sevgiyi var eden anaları için koşacaktı; sevgiydi onların aradığı inandıkları adaletin kanatları altında, bilmiyorlardı ki babaları süt değil döl veriyordu yalnızca anda süreçte değil.
Yarış sadece rakiplerini geçme meselesi değildi, önemli olan yarışın ötesine de geçebilmekti. Nihayet sabırla bekledikleri, hırsla hazırlandıkları yarış günü geldi. Aslında işin özünde geçen de geçilen de kendileriydi, nitekim safkanlar da gerçek insanlar gibi özgür ya da köleydi! Babadan kardeş üç tay padoğa getirildiğinde ne seyirciyle ne de cokeyleriyle ilgilendi. Çim piste çıktıklarında pistin ne durumda olduğunun da hiç önemi yoktu. O gün kendilerinden başka hiçbir şeye aldırmadılar. Başlangıç noktasına kadar başlarını kaldırmadılar yaklaşan hakikatle yüzleşmek adına. Kardeşlerden hangisi daha hızlıydı, anaları bekliyordu müjdeyi harada. On dört safkanın girdiği başlangıç kutusunda her şey tam olunca hakem kaldırdığı beyaz bayrağı indirdi; taylar açılan kapaklardan fırladı rüzgârı ısırarak, kuyrukları püsküren alev gibi diriydi. Babadan kardeş üç tay cokeyine hissettirdi: “Bana bırak!” cokeyler mecburen dizginleri gevşetti sadece rengârenk bandıralara dönmüşlerdi tayların üstünde, çalkalanan Akdeniz’de bahtına giden pupa yelken gibi.
Babadan üç kardeş süratle akan grup içinde saklanarak atağa kalkacakları uygun kulvarı tutmaya çalışıp son düzlüğe kıvrıldı. Sonsuzluğa uzanan yeşil yolda boyunlarına düşecek giyotin gibiydi fotofiniş altı yüz metre ileride. Artık korku ölmüştü ebedi düzlük önlerine serildiğinde; üçü de aynı anda atağa kalkıp coşarak grubu arkaladı, püskürttükleri çimle karışık çamur yağmuruyla saliseler içinde peşindekilere açık ara yaptılar. Üçünün de kolları öne atılırken arka bacakları yay gibi boşalıyordu, artık koşmuyor adeta zamanda akıyorlardı. Toynaklarında sanki çelik bıçaklı patenler yarıyordu çim pisti. Kayarlarken, 200 derken 100 ve son metreleri koşarlarken birbirlerine boyun, baş, burun hâkim olmaya çalıştılar ancak anlık el değiştiren koşu liderliği bitiş noktasında birbirine tabi oldu, potadan tek tay geçtikleri göründü aynada.