Nasıl derseniz, birine seni özledim demek yerine sen yokken zaman daha yavaş akıyor dediğinizde, kullanılmış meyve suyu şişesine estetik dokunuşlar yaparak ondan yeni bir şey yarattığınızda, günbatımında ortaya çıkan sarı ve kızıl renklerden büyülenip telefonunuzla onu en iyi açıdan çekmeye çalıştığınızda, aslında sanat üretmeye başlıyorsunuz. Yani doğrudan pratik bir fayda sağlamadığınızı bildiğiniz halde yine de yaratma dürtüsüyle harekete geçtiğinizde aslında siz de sanat üreticisi oluyorsunuz. Bu yüzden hepimizin sanatçı olma potansiyeli taşıdığını düşünüyorum, çünkü bu insan olmanın özüne dair yaratıcı bir güç. O halde sanat yaratma ve deneyimleme konusunda bilinçli bir farkındalık kazanmak yaşamlarımıza doyum getirebilir. En azından çoğu filozof böyle düşünmüştü.
Burada metaforik bir anlatımla gönderme yaparak güzel bir örneklemde bulunmuş. Eskiden yazdığımız mektuplar aklımıza geliyor. 1 ayda elimize ulaşan postanın gelişi. Zarfın ulaşması bile tarifsiz bir duygudur. Örneğin; Bu gün Salı biliyormusun, seni düşünüyorum. Penceremden yağmur taneleri süzülüyor. Kasvetli bir hava var. Soluk bir ışık masamda, elimin gölgesi düşüyor mektubuma…Deneme yazıları okuyormuyuz hiç. Resim yapar gibi doğaçlama betimlemeler. Artık su şişesi, su şişesi olmaktan çıkmıştır. Akademide ( İDGSA- MSÜ) Temel Sanat Atölyesinde, Temel Çizim dersinde herkes ayakkabısını çıkarıp masanın üzerine koysun denmişti. Herkesin ayakkabısı farklı, ayakkabı çizimleri de farklı farklıydı. İstenilen nesnel olarak objektif bir gözlemdi. Ayakkabılar çok farklı bir şey olmuştu. Kiminde bir lekeye dönüşmüştü. Görme edimi ile Psişik olarak ifade edişin somut örneğini yaşıyorduk. Bu dokunuşların tinsel bir şey olduğunu kavramanızı dilerim. Yazısında buna değiniyor.
Şimdi aynı yaklaşımın gözlemini D. ÇOLAK günbatımını fotoğraflamada getiriyor önümüze. Işık resmin ve fotoğrafın temel unsurudur. Işık ve gölgenin en iyi gözlemlendi saatler, Güneş ışığının yatay geldiği gündoğumu ve günbatımında ortaya çıkar. Rengarenk bir atmosfer. Doğanın en güzel sunumunu yaşarız. Bu anı yakalamak bile sanatsal bir deneyim sağlar. ( Resim -3) Sanatçı olma potansiyelinden kastetdiği şeyde budur. Biraz çaba buna yetmektedir. Bu demek değil ki sanatçı gözlemi ve formatı ile eser üretebiliriz. Sanatçının düşün ve kavrama boyutu ile ölçülemez ve ilişkilendirilemez. Bunun için, iyi bir okuma dönemi ile öğrenme sürecine ihtiyacımız var demektir. Yaratıcı meleke ve yetilerimizi işlevselleştirerek potansiyel sanatsal gücümüzü de ortaya çıkarabiliriz. Sıradan bir masa örtüsü ve vazoyu bile düzenlerken bu kişiye özgü yaratıcı yeteneğimizi kullanırız. ( Prof. Dr İnci SAN – Sanat ve Eğitim)
ANLAMSIZLIKTAN ANLAM ÜRETMEK.
Bu bölümde D. ÇOLAK, işin felsefi boyutu ve düşünürlerin yaklaşımı ile insana dair yanımızı da mercek altına alıp, içsel yolculuğumuzda aslında gördüğümüzle görmek istediğimizin çözümlemesini yapıyor. En başta değindiğimiz, özdeşlik kurduğumuz şey bizim dışımızdaki varlıklar mı, yoksa kendimizle bir hesaplaşma sürecinde iç benimizle yüzleşmenin sonucu bizden yansıyanların bir analizi mi yapılmak isteniyor? Neyi anlatmak istiyoruz, neye karşı tutumlar geliştiriyoruz. Sanat ne işe yarar başlığında vücut bulan şeyin özüne değinerek. Sanat olgusu ekmek gibi karın doyurmaz. Sanat üzerinden maddi geliri vurgulamıyoruz . Ancak anlamlandırma ile birlikte değer yargıları kazandırmaktır. Değerler üzerinden estetik bir haz almayı amaçlamaktır. Sanatın yaşamı estetize etmesidir. Sanat terapisi diye bir kavramı burada dillendiriyor. KATHARSİS kavramıyla bir arınma ve rahatlamayı da beraberinde getiriyor. Sanatın böyle bir işlevinin de olduğunun altını çiziyor. Her düzeyde, ilk öğretimden üniversiteye değin olması gerekir diye ekliyor. Yeni eğitim sistemi içinde Üniversitelerin Sanat Tarihi bölümlerinde Görsel Sanatlar Kültürü adı ile yeni dersler konulduğunu bilelim. John BERGER’in GÖRME BİÇİMLERİ ile Malcolm BARNARD’ın SANAT
TASARIM VE GÖRSEL KÜLTÜR adlı kitapları ilk akla gelenler. İletişim fakültelerinde görme biçimleri ana ders niteliğini taşıyor. Görsel kültür, görsel sanatlar olarak temel eğitim ve orta öğretimde yerini almıştır. Temel eğitim kurumları üniversite gibi üst düzey mesleki formasyon kazandırmaz. Ancak Meslek Liseleri dahil tüm temel eğitim kurumlarının amacı temel kültür eğitimi vermektir. Sanat kültürü de bu eğitimin vazgeçilmez unsuru olmalıdır. Sanat formasyonu olmasa da temelinde bu potansiyeli herkesin taşıdığını kabul etmek zorundayız. Yaratıcı olmanın ilk adımı görsel düşünmeden geçmektedir. Şimdi yine D. ÇOLAK’ın çok özel dokunuşlarla dolu yazısının devamı ile sonlandıralım.
NİETZSCHE’ ye göre sanat, mutlak hakikatin yokluğunda insanın anlamsızlık denizinde savrulup durmasını engelleyebilecek tek gemidir. Kişinin hem kendi varoluşuna ve hem içinde yaşadığı dünyayı dönüştürmenin en iyi yoludur. Anlamsızlıkta anlam üretmeye çalışıyoruz daima, böylelikle hem yaşamı olumluyor, hem de bir bakıma kendimizi daha değerli, kutsal bir hale getiriyoruz. Aksi taktirde yaşam katlanılmaz olurdu.( Resim-4)
CİCERO, ‘’ Bir ressam, gölgelerde ve çıkıntılarda kim bilir bizlerin göremediğimiz neleri görür’’ demişti. Buda bizi sanatın ne işe yaradığı konusunda ikinci yanıta getiriyor. Sanat, nesnelerle kurduğumuz araçsal ilişki yüzünden gündelik hayatımızda farkında dahi olmadığımız başka bir yüzü ortaya çıkartabilir.(Resim -5)
Örneğin; VİNCENT VAN GOGH ‘un Bir Çift Ayakkabı adlı resminde kişiye hizmet etmiş bir ayakkabı, temsili dolayısıyla, artık araçsallığını yitirir. Böyle olunca ayakkabı bize bir hikaye anlatmaya başlar. Ayakkabı, ayakkabı olmaktan çıktığında anlam kazanır.(Resim-6)
Bir başka açıdan, ARİSTOTALES’İN ‘’Katharsis‘’(Arınma) kavramıyla sanatın işlevi konusunda söyledikleri modernleştirilebilir, o sanatın tutkularından arınmanın imkanı tartışılabilir , fakat duygusal bir gününüzde iyi bir komedi izlemenin ardından gelen rahatlama hissini kimse inkar edemez. (Resim- 7)
Bu da bizi bence sanatın sunduğu en iyi imkanlardan birine getiriyor. Robert VİSCHER adlı bir estetik teorisyeni, ‘’EİNFÜHLUNG’’(Özdeşleyim) adını verdiği bir kavramla izleyicinin kendi gerçekliğinden çıkarak esrin kurgusal dünyasında kendini yeniden bulmasını ele alır. Bir roman okurken kendinizi hangi karakterle neden özdeşleştirdiğiniz veya bahsedilen kurgusal durumda siz olsaydınız hangi tavrı takınacaktınız, aslında sanat deneyimi sayesinde kendi benliğimizi keşfetmemize yol açabilir.
Günümüzde üniversite de yüksek lisans programı olarak açılmaya başlamış SANAT TERAPİSİ adı verilen branş tüm bu prensiplere dayanır. Böylelikle şeylerin sıradanlıklarını aşan bir farkındalıkla estetik bir görme geliştirme, anlam yaratarak yaşamı zenginleştirme, duygu salınımı dolayısıyla rahatlama, kendi bilincimizin karanlık noktalarına temas ederek kendinle tanışma gibi dört önemli nokta ile sanatın ne işe yaradığı sorusu yanıtlanabilir.
Ne demişler sanat uzun hayat kısa…Tüm dünya deneyimlerimizi tıpkı sanat deneyimi gibi estetikleştirmeyi başarırsak kim bilir belki yürümek dahi dans etmek kadar güzel olabilir.
Burada perkisyon ustası Ayhan SİCİMOĞLU ‘nun bir esinlenme olarak çok özel stil yürümesi aklıma geldi. Yaylanarak yürümesi hayatı hafife mi alıyor? Bir gurme olarak ‘’Hastasıyım’’ vurgulu sözleriyle tanınan kendine göre Cumhuriyetçi bir kişilik. Çok mu havalı! ..Janti, klas tavır mı? Ancak renkli giyinmesine karşın BOPSTİL–züppe değil. Vulgar- kaba ve terbiyesiz hiç değil. Küresel kapitalist dünyada var olma mücadelesi veren toplumlar ve insanlar için çizerek bir arınma ve ruhsal terapi amaçlı ifade tarzına karşın bu kadar rahat olmayan halklar için yürümenin dans etmek kadar güzel olabilmesi, pek yakın bir zaman dilimi içinde olası görülmüyor sanırım.
Sanatın mutlaka işe yaradığının bilincinde olunması dileğimle.