Herkese Bilim Teknoloji dergisinin 16 Ekim 2020 tarihli 238.sayısında Dilara ÇOLAK’ ın,
3 Haftada Bir başlıklı köşede yer alan yazısında, bu kez ‘’Sanat Ne İşe Yarar’’ konu başlığı ile çok önemli bir yazı kaleme almıştır. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu genç arkadaşımız, gerçekten olması gereken, profesyonel sanatçılar dışında halkın alımlama boyutu ile estetik yaklaşımı, aslında özdeşleşme yolu ile sanatsal yaratım, sanatçılar ile birlikte sanatınsa doğal bir parçası olduğunu çok güzel toparlamış ve özetlemiş.
Resim – 1 Dilara ÇOLAK
Burada alımlama ile özdeşlik ve özdeşleşme ye kısaca değinelim. Alımlama, her sanat yapıtı alımlayanla başlar. Nazan İPŞİROĞLU’nun ‘’ALIMLAMA. RESİM’’ kitabından alıntı ile başladık. Doğrudan doğruya yapıttan yola çıkarak anlama ve yorumlama işin özünü oluşturur. Alımlama işini gerçekleştiren, yani sanat eserini çözümleyen anlamaya çalışan özne olarak, sanat tarihçi ya da izleyen, sanat yapıtını onu üreten sanatçının ortamıyla hesaplaşmasına bakarak karşılaştığı durumu anlamaya çalışır. Dolayısıyla alımlama, kaynağını sanat yapıtını anlamada buluyor. Gerektiğinde yapıtı kendi içinde sadece bir bütün olarak değil, tarihsel bağlamı içinde ele alarak yaşadığı çağ ile bağlantılarını da gözeterek, bu gün bize ne söylediğini de gözden kaçırmamak gerekiyor. Böylelikle sanat yapı ile onu alılmayan arasında bitmeyen bir diyalog başlıyor. İşte burada sanat yapıtını izleyen ile sanat yapıtı arasında bir özdeşlik başlıyor. Özdeşleşme, özdeş olma durumu, ayniyet, aynı olabilme. Alımlayan özne yapıtla bir bütün olma hali içine giriyor. D. ÇOLAK, alımlayan izleyici, sanatçı ve yapıtı ile böylesi bir özdeşliği çok iyi saptıyor.
Bir elmanın yarısı sanat üreten sanatçılar, diğer yarısı ise sanatsal ürünleri tüketen izleyici ya da satın alan olarak bakarsak meseleyi daha iyi anlamış oluruz. Sanatsal algılama insanın doğasında var olan bir duygudur(Yetilerimiz). Bunu açığa çıkarmakta insanın elindedir. Yaşamımıza estetik dokunuşlar katmak önce özümsemek ve içselleştirmekten geçiyor. Anlamlandırmak, anlam katmak. Yaşamımızı anlamsal bir bütün içinde inşa etmek. Ne işe yarıyorun en kısa tanımı olsa gerek. Yinelersek, empati kavramından yola çıkarak, bir resmin karşısına geçtiğimizde ruhunuzla o resmin içine girebiliyorsanız, hem tensel yani form( Biçim) ve plastik olarak, hem de tinsel anlamda konunun bir parçası gibi hissedebiliyorsanız, içinizde yaşıyorsunuz demektir. Algı ve alımlama boyutu ile sanatın bir parçası haline gelmişsiniz demektir. Elbette temel bilgi ve kavramlarını bilmek gerekiyor. Ancak, biz anlamıyoruz ki anlayışını terk edip ilk önce samimi olarak gerçek bir izleyici konumuna geçmenin yeterli olacağı kanısındayım. Şimdi D. ÇOLAK ın yazısından alıntılarla yazımıza katkılar yapmaya devam edelim. Güzel bir öz eleştiri ile başlıyor.
Felsefenin ontolojisi, siyaset, mantık gibi şanlı kolları varken neden estetik ve sanatla ilgilendiğim soruluyor genelde. Sanıyorum çoğu insan sanatla ilgilenmenin zengin hobisinden öte bir şey olmadığını düşünüyor. Öyle ya, iyi bir resim yada heykel ancak ev dekore edebilir.
Her ne kadar geleneksel anlamda bir sanatçı olmasam da sanat deneyimini önemseyen, sanat üzerine düşünen bir izleyiciyim. Burada geleneksel anlamda sanatçı değilim derken kastettiğim, bireysel sanatsal üretimlerimizin dışında bir de büyük S’li ‘’ Sanat’’ var ki o, kendi tarihsel sürecine sahip sektörleşmiş bir alan. Elbette ben bu profesyonelleşmeden söz etmiyorum. Ama ben herkesin sanatçı olabileceğini hatta herkesin farkında olsun yada olmasın yaşamın içersinde sanat ürettiğini düşünüyorum.
Zaten felsefenin kolu olan estetik kavramı iyi anlaşılmadığı için neyin ne olduğu herkese göre kuralsız ve yöntemsiz biçimleniyor olması nedeniyle, tam bir post modern kavram kargaşasını yaşıyoruz. Sanat özellikle zengin hobisi midir? Bu soruyu kendinize samimiyetle sorar mısınız. Tekerleğin icadı dahil büyük sıçramaları(Devrim) yapan insanoğlu, geliştirdiği kap ve kacak tan tutun, barınaklarına değin işlediği motif ve çizimler ne içindi? Salt ihtiyaca binaen önce büyüsel bir ritüel değil, giderek aidiyeti içeren sembolleri oldu. Kendini anlattı. Kendi bedenini boyayarak karşısındaki hayvana karşı bir caydırıcı etki amaçlı renkli simgeler üretti. Bu bezeme süsleme ve süslenmeye dönüşerek önce kabilenin sonra daha gelişmiş kültür ve uygarlıkların tasarımlarını sembol ve armadalarını oluşturdu. Burada hangi zengin hobisini görüyoruz. Kendini tanımlama istemi ile oluşan sanatsal ileti ve semboller ile görsel ve plastik anlatımlar toplumsaldır. Bunun estetik değer kazanmış halini bu gün anlamlandırabiliyoruz . İşin özü budur. Anadolu’da dokunan bir halı, bir bakır dövme sini ya da kaz kültürün taşıyıcısı onlarca motif, halk sanatı bağlamında üretilirken zengin hobisi olarak mı çaba gösterildi. Bunu daha estetik ve plastik aşama ile işlevi dışında yeniden yorumlayan sanatçılar faklı olarak ne yapıyordu, sormak lazım. İnsan bedenini de işin içine katması, tüm doğa ve canlılar dünyasını nesnel olarak ya da stilize ederek, çizerek ya da biçimlendirerek, kendisi ve doğa arasında konumlanan ifade edebilmenin koşullarını sorguladı. Anlattığı kendisi ve değer atfettiği var olma süreciydi.
Eğer dekore etmekse Anadolu’da duvara asılı bir el halısını bulabilirsiniz. İç mimari ve tasarım öylesine gelişti ki, tüketim kültürünün de bir parçasını oluşturdu. Kapitalist sistemde sanat eseri tüketim nesnesine dönüştü tepkisini çok iyi anlıyoruz. Sanatsal öğeler kullanılır ve tüketilir oldu. Sade iç mekanları değil, peyzaj mimarisi adıyla kamusal alanları da tasarlıyoruz. Örneğin Devrim ERBİL‘in İstanbul temalı resimlerini meydanlarda duvar ve panolara giydirilmiş olarak görebiliyoruz. (Resim- 2) Konsept olarak kombine edilmiş kullanım eşyalarında ve kostümlerde de P. MONDRİAN’ın geometrik soyutlamaları gibi D.ERBİL’in de çizimlerini bir koltuk ve iskemle tasarımı uygulamasıyla karşımıza çıkabiliyor. Sanat formları tecimsel bir meta ya taşınmış oluyor. Bunun da ticari boyutu sektör tanımı içinde yer almasıdır. Sanatın hayatımızın her aşamasında yer alması çok doğal bir şey. Doğal olmayan, sanat olan ile tüketim kültürünün yer değiştirmesi sonucu kullanılıp atılır olmasıdır. Gerçek sanat yapıtları maddi değeri yanı sıra gündelik kullanılır bir eşya olmadığıdır. Ayrıca, sanat ve tüketim başlıklı bir konu başlığı altında irdelememiz gerektiğini de düşünüyorum.
Resim - 2 Devrim ERBİL/ Galata kulesi
Yine Anadolu’da biraz daha varlıklı kesimin konaklarında duvar ve tavanlarında bordür şeklinde çizim ve resimlere rastlarız. Hatta İstanbul Boğazı özentisi ile yapılmış resimlere de rastlanır. Edirnekâri denilen iç mekânlarda işlevsel konumdaki kapı, kanat ve kavukluklarda görebileceğimiz kalem işi tezyinatlarda dönemin önemli dekorasyonunu oluştururlar. Duvardaki manzara ve at arabalarında rastlanılan renkli resim ve çizimler her ne kadar dekoratif bir unsur olsa da kötü işçilik ile estetikten yoksun bayağılaşma örneklerini oluştururlar. Eğer dekordan kasıt iç düzenleme ise basit anlamda plastik yapay çiçek ile sanatçının elinden çıkmış keramik heykelciği ya da formu yan yana getirdiğimizde yine bayağılaşma örneğini vermiş oluruz. Eğer diyelim ciddi bir sanatsal tabloya sahipseniz, oturma odasının duvarına koyamazsınız . Koltuk takımı ile uyumluluk adına gerçek bir sanat eserini dekor diye kullanamazsınız. Eğer duvarınızda böyle bir resim varsa salonunuza konacak eşya tablo ile ilintili olmalıdır. Her kesin sanatsal algısından bahsediyorsak bu farkındalığı da sağlaya bilmeliyiz. Dijital baskı sıradan şeyleri koltuğumuzun rengine uyar olması 3. sınıf otel odası mantığı ile evimizi dekore etmiş oluruz.
Bir de şu büyük S’nin sanatsallığına sektörel anlamda bir daha bakarsak, yukarıda değindiğimiz dijital baskı ve benzeri giydirme objelerin çoğunlukla fabrikasyon üretim olduğunun da altını çizmiş oluruz. Belki 14.yy’da yaygınlaşan batı Rönesansının usta dükkanlarında(Atölye) sipariş iş alan sanatçının talimatı ile çırakların kolektif yardımı sonucu üretiliyorsa, ticari anlamda burada da sektörel bir olgudan bahsedebiliriz. D. ÇOLAK’ın açıklamalarına devam edelim. (devam edecek)