Başaramadınız geçmişin ipliğini iğne deliğinden geçirerek geleceği dikmeyi; koruyamadınız güzel günlerin hasadını, pınar edemediniz kaynağı gelecek kuşaklara. Samimiyetti belki, sizin için gelmiş geçmiş tecrübelerde baki dünler, beceremediniz verilenleri arttırmayı; kaynağı kollayamadınız birbirinizden, birlikte kuruttunuz.
O gazinoya giriyorum demir sandalyeleri süngerli, hâlâ ne de özlemli direnerek güncele dönüşmeye, köşedeki masadan bakan o adamla o mutlu kadın nerede, nerede plajı nerede? Bayramın kutlu oyalı havlularıyla şenliği nerede, nerede o kadınla o mutlu adam, bildiğiniz üzere kaç metre toprağın altında?
Ötesine geçemediler mi devranın? Ötelere ki orada arı sevgiler büyüdü, onlar da ötelerde boy verip döndüler güneşle; çocukları nerede, nerede onların çocukları? Şimdi neler yaptıklarını bilmek istemiyorum… Bilmem de gerekmiyor, arzla talepteki yok oluşun şen şakrak eleminde bir yerlerde kutlular!
Hasırlarla çevrili gazino yıkık duşlarıyla beraber yol ihalesine sunulmuş bugün; göz kırpışı alkışlarla televizyona bakıp abone olduğunuz hangi ölümleri kutlayacaksınız, ulaşabildikçe yayınlara yeni tekrarlarda uyuşarak!
Selamlaşmak saflığı, saygı muhabbetiyse doğruluğun pasta tabağında parlar rüşvetin yüzü; şaşaalı stüdyo kapanlarda değil ama masumluğun değersizliğindeki doğal ölümsüzlüğü yaşıyoruz! Yaftaladılarsa o gazino da artık düştü diye, düşkünler doluyor şimdi oraya dedilerse, alkışlarla inşaat kepçesine bismillah deyip yıkım başladıysa, aslında kendinizi yıktınız; biz de başaramadık tapınakları yaşatamadığımız gibi o gazinoyu da!
Nerede şimdi köşesindeki masadan bakan o kadınla o adam kaç metre toprağın altında mutlu; neyse ki yaşarken ebedinin suretini canlı gördü onların gözleri de Marmara’da bir adaya inerken gün; toprağın içinden ışınla göveren sütunları gördüler parıltılı kemerleriyle. Döküyordu denize tek tek, tek Tanrı çil çil anlam altınlarını, soyutu bildi o kadınla o adam da tıpkı bugünkü zamansız şair gibi. Birlikte öldüler gözlerinin yalnız kırptığı doğru ışığa, yalnız o ışığın parıltısına kapılıp gittiler, kaldı bedenleri yaşayan ölülerin elden ele sattığı toprağa.
Şiirin altın damlaları Levent’in denizden kalemine çektiği lacivertte saklanır; derinlikte parlar altın harfleri şairin, lacivert mürekkebin karanlık derinliklerinde; denizin dibi de karadır, lacivert mürekkebin derinliği de; ama harfleri ışıldar dalıp gelenlere iletken paslanmazlıkta, yaşam veren gibi çürümez anlamlarıyla birlikte gümüşi manaları Marmara’da.