Yemyeşil doğal bir apartman arka bahçesiydi, betonların içinde. Kimi geceler bir kirpi hışırdardı diz boyu otlar arasında, kimi gündüzler de bir kaplumbağa… Uzun yıllar bu böyleydi. Betonların arasında doğadan kırpılmış bir vaha gibi; çimeniyle, dikeniyle; yaban çiçeklerine konup beslenen arılarıyla, kelebekleriyle ve diğer böceklerle birlikte; kime zararı vardı bunların? Betonların içinde sadece birazcık doğallıktı.
İstanbul’da dairemdeki penceremden baktığımda beni betonların dramatik garabetinden doğala taşıyordu. Vahşi tohumlar, larvalar ve yeni doğumlar bu doğal kalmış arka bahçede hayat buluyordu ama hapishane gibi sadece duvarlara kadar, olsun yine de doğaldı. Vakti gelince diken denilenler rengârenk açıyordu ya, izbelerde çürümek yerine!
Günün birinde o apartmana bir aile taşındı. Apartmandaki diğer insanların kendi doğal haline bıraktığı bu arka bahçeye göz diktiler. “Bahçe ne biçim, aman tanrım! Dikenler sarmış her yanı, tam bir böcek yuvası” diye söylendiler; oturanlara hiç yakışmamıştı bahçeyi böylesine kendi haline bırakmak.
Bir süre sonra bu yeni aile indi bahçeye. Ellerinde kazma kürek, tırmık… Bir baştan bir başa toprağı kazıdılar. Yemyeşil alan oldu kahverengi kel bahçe. Yemyeşil bir tepe yaptılar yolunmuş yaban bitkilerinden içinde çöplüğe giden böcekleriyle tazelik kokan. Doğruca çöp konteynerine aktarıldılar ve geride sadece toprak kaldı. Kirpi ve kaplumbağa nerede acaba?
Kimse müdahale etmedi hatta “Çalışkan bir aile taşındı” diye takdir edildiler. Oysa yapmaları gereken bitkileri biraz budamak, çimleri biraz biçmek, sinekleri kovmaktı ve daha sonra bir iki sandalye çıkarıp burada günün yorgunluğunu atabilirlerdi keyfince ama onlar kazdıkları, kökünü kazıdıkları doğallığı kendi akıllarıyla yeşertmeye kalkıştılar. Bir hafta böyle bekledi kel edilen bahçe, sanki üzerinde tarım yapılacakmış gibi bir his yayarak.
Ertesi cumartesi aile toprak üzerinde tekrar göründü. Birkaç çuval marketten çim tohumu ve birkaç metre hortum da vardı yanlarında. Satın alıp gelmişlerdi. Devamlı su istiyordu bu
tohumlar oysa kökü kırılan doğal çimler öyle miydi? Hiç ihtiyacı yoktu onların insan ilgisine; onlar bir görev sevdasıyla doğup ölürlerdi ve yağmurlarla yetinirlerdi!
Tohumları kel ettikleri toprağa serip oluk oluk suladılar. Birkaç hafta iş dönüşü akşam serinliğinde ellerinde hortum devamlı kel ettikleri toprağı suladılar sonrasında nihayet yeşil yeşil kırpıntılar göründü. Kel edip kırçıllı yeşile dönüştürdükleri bahçenin bir köşesini kendilerince süsleyip absürt bir kamelya yaptılar. Doğayı koruyorlarmış, doğacıymışlar gibi civardan topladıkları pet şişelerle, cam şişelerle, çerçöple güya geri dönüşüm de yaptılar!
Birkaç akşam çay içtiler, birkaç akşam misafir ağırladılar absürt kamelyalarında. Çimleri suladılar, top oynadılar, kendilerince keyfettiler ve sonunda linç ettikleri doğal arka bahçeyi çöpleriyle, döküntüleriyle baş başa bıraktılar.