Gazetemizin 28 Şubat 2020 tarihli nüshasında “Paçaları sıvasan karşıya geçersin” başlıklı bir haber beni düşündürdü. Haberden kısa bir bölümü yazıma alıyorum.
“Edirne Değirmenyeni Köyünün hemen yanında akan ve birçok köyün yazın tarım arazilerini sulama ihtiyacını karşılayan Tunca Nehri kuruma noktasına geldi. Sulu tarımın can damarı olarak değerlendirilen Tunca Nehri’nden mayıs ayında su çekerek çeltik tarımı yapacak çiftçiler kuraklık nedeniyle endişeli. “
Elbette kuraklık sadece Edirne’de yaşanmıyor. Küresel ısınma iklim değişikliği ve suyun bilinçsiz kullanımı nedeniyle dünyanın suyu azalıyor. Türkiye de suları azalan ülkeler arasında. Şimdi bu durumu istatistiklerle uzmanarın görüşleriyle açıklayalım.
Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü(WRI)’nün hazırladığı “Su Riski” atlasındaki verilere göre dünyada su sıkıntısı yaşayan ülkeler arasında Katar, İsrail, Lübnan, Ürdün, İran, Libya, Kuveyt, Suudi Arabistan, Eritre, Birleşik Arap Emirlikleri, San Marino, Bahreyn, Hindistan, Pakistan, Türkmenistan, Umman ve Bostwana var.
WRI’nın listesinde 4 ayrı kategori bulunuyor. Yukarıda saydığım 17 ülke “Aşırı yüksek derecede su sıkıntısı çeken ülkeler.” arasında yer aldı.
“Türkiye hangi kategoride yer aldı?” sorusunu kendinize sorduğunu duyar gibi oldum. Türkiye ikinci kategoride, yani “Yüksek derecede su sıkıntısı çeken ülkeler”de kendisine yer bulmuş.
Araştırma verilerine göre yapılan listede Türkiye en çok su sıkıntısı çeken dünyadaki 32. Ülke. Bunun yanında, yapılan haritada Türkiye topraklarının yarısında aşırı yüksek ya da yüksek derecede su sıkıntısı çekildiği belirtiliyor.
Türkiye’nin bulunduğu ikinci kategoride Yunanistan, Suriye, Irak, Ermenistan, Kıbrıs da bulunuyor.
Doğal Hayatı Koruma Derneği(WWF) Türkiye temsilciliğinin verilerine de bakalım. O veriler bize yeryüzündeki tüm canlılar için yaşamın temel kaynağı olan suyun giderek türendiğini gösteriyor ve bize şu bilgileri de veriyor.
“Dünyanın yüzde 70’i sularla kaplı olmasına rağmen, tatlı su kaynakları bunun yalnızca yüzde 2.5’li oranını tutuyor.
Yeryüzü nüfusunun beşte biri su kaynaklarının yanlış kullanımı, kirlilik, alan kaybı gibi nedenlerden dolayı sağlıklı, temiz ve içilebilir su kaynaklarından mahrum bulunuyor. Günümüzde yaklaşık 1.3 milyar kişi su sıkıntısı çekerken bu sayının iki katına çıkması tahmin ediliyor. Su talebinin de son 25 yılda yüzde 60 artığı belirtiliyor.
Veriler, Türkiye’nin su zengini olmadığını da gösteriyor. Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 10 bin metreküp olması gerektiği, Türkiye’de ise bu miktarının yalnızca bin 430 metreküp olduğu bildiriliyor.”
WWF verilerini naklederken, yazdığım “Dünyadaki suların ancak yüzde 2.5’i tatlı sudur.” İfadesini biraz açmak istedim. Bu yüzde 2.5’inin de yüzde 70’i buzullarda, toprakta, atmosferde, yer altı sularında bulunur ve kullanılmaz durumdadır.
Bu kadar teferruata girmemin sebebi suyun değerini anlatabilmek içindir.
Bu rakamlara bakarak herkes “Türkiye Çölleşiyor” diye düşünebilir.
Nitekim, 17 Haziran 2019 tarihinde dünya çölleşme ve kuraklıkla mücadele gününde TEMA Vakfı Genel Müdür Yardımcısı Dr. Hikmet Öztürk, Türkiye’nin ciddi anlamda çölleşme riski altında bulunduğunu, iklim değişikliğinden en olumsuz etkilenecek ülkelerden beri olduğunu söyledi.
Türkiye’de kuraklık denildiğinde gözlerimin önüne hemen kuruyan göllerimiz geliyor. Türkiye’de 50 yılda 36 göl kurudu. Uzmanlar, bilinçsiz su tüketimi, yanlış su politikaları, insan etkisi ile kuruyan göller, küresel ısınma gibi faktörlerin sonucunda su kaynaklarının tükenmeye başladığını söylüyorlar.
Bu faktörleri aklımızdan çıkarmadan kuruyan göllerimizi hatırlayalım.
Aklıma hemen Gümüşhane’nin Taşköprü Yaylası’ndaki doğa harikası Dipsiz Göl geldi. 12 bin yıllık Dipsiz Göl, Roma Lejyonu’nun definesini aramak için boşaltılarak yok edildi. Sonunda da umduklarını bulamayan defineciler tarafından göl alanı toprakla kapatıldı. Göl şimdi kurtarılmaya çalışılıyor.
Kuraklık ve bilinçsiz sulama nedeniyle kurumaya yüz tutan bir gölümüz de Konya’daki Akşehir Gölü. Hani Nasreddin Hoca’nın suyuna maya çaldığı gölümüz. Akşehir Gölü’nün kuruma sebeplerini Konya Teknik Üniversitesi’nden Doçent Doktor Ali Söğüt, bakın nasıl anlbatıyor.
“En önemli etken küresel ısınma. İklim değişikliği ve küresel ısınma sonucunda göle ulaşan suların buharlaşması sonucu, gölün beslenmesinin azalması. İkinci nedeni ise yer altı suları. Yer altı suları da yer altından sızarak gölü besleyen sulardır.”
Küresel ısınma yağışların azalması, çiftçilerin yer altı suyunu çok fazla ve kontrolsüzce kullanması, göllerin kurumasının nedenlerini oluşturdu.
Yer altı sularının tükenmesi sonucunda toprağın altı boş kalınca bazı bölgelerde obruklar oluşmaya başladı. Televizyonlarda bu konudaki haberleri korkuyla izliyorum.
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği(TTKD) Bilim Danışmanı ve göl uzmanı Dr. Erol Kesici, Beyşehir Gölü’nün de aşırı tarımsal sulama ve etrafındaki binlerce su kuyusu ve göletler nedeniyle beslenmesinin engellendiğini , 20 yıl önce 26 metre olan su derinliğinin son yıllarda 5.5 metreye kadar düştüğünü açıkladı. Ayrıca Dr. Kesici, “Geçen yıllarda Beyşehir çevresinde oluşan obruk, yani göçüklerin temel nedeni, gölü besleyen ve yastık görevi gören yer altı sularının çekilmesidir. Ülkemizin en büyük havzası Konya’da hala aşırı su isteyen pancar üretimi, en büyük etkendir. Yapılan araştırmalarda da belirtilmektedir ki, Konya havzasında ruhsatlı veya ruhsatsız on binlerce kuyu bulunmaktadır.” dedi.
Burdur Gölü’nün akibetini de Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz’den dinleyelim. Ercengiz, “Son birkaç yıldır Burdur Gölü’ndeki çekilme iyice hızlandı. Geçen günlerde bilim adamlarının yaptığı açıklamalar da bizim söylediklerimizi de doğrular nitelikte. Gölü besleyen su kaynaklarının önlerinin kapatılmış olması ve bugün Burdur Gölü’ne yüzeysel su kaynaklarının hiçbirisinin ulaşmamış olması, aynı zamanda göl havzasında yapılan kontrolsüz sondajlar, göl tabanından çekilen su, bölgemizin büyükbaş hayvancılığa yönelmesi neticesinde yem bitkisinin daha çok etkilenmesi ve bu nedenle de göl tabanından çekilen suyun gölü azaltmasına bağlıyor bilim adamları .” dedi.
Ünlü gazeteci Müge Anlı, “Kapatalım muslukları, suyun sonu gelmesin.” sloganı ile hazırlanan reklam filminde Burdur Gölü’ne dikkat çekti. Filmde Müge Anlı, bulaşıkları sudan geçirerek her yıkamada 57 litre su harcanarak bir yılda bir göl dolusu suyu israf ettiğimizi ifade ediyor. Bulaşık deterjanının adını anarak “Bulaşıkları sudan geçirmeye ne gerek var.” diyerek tüketicileri su tasarrufuna çağrıyor.
232 kuş türüne ev sahipliği yapan Kuyucuk Gölü de kuruma tehlikesi ile karşı karşıya. Kars şehir merkezine 37 kilometre uzaklıkta bulunan bu tatlı su gölü, Afrika Avrasya göç yolu üzerinde bulunur. Doğal yüzeysel sular ile beslenen bir göldür. Bu yüzden ilkbahar aylarında eriyen kar suları ve bunu izleyen aylarda gelen yağışların Kuyucuk Gölü’ne ulaşması gerekmektedir. Ancak mevcut göletler, yüzeysel suyun Kuyucuk Gölü’ne ulaşmasını engellemektedir. Sıcaklığın haziran ayından itibaren artması da gölün kısmen kurumasına, temmuz ayı ortalarında ise tamamen kurumasına neden olmaktadır.
Mucize Doktor dizisinin başrol oyuncusu Taner Ölmez de bir reklam filminde “Suyun sonu görünüyor.” sloganıyla Kuyucuk Gölü’nün kurumasına dikkat çekti. Reklam filminde ayrıca, “Türkiye, su fakirliği tehdidi ile karşı karşıya. Bunu önlemek bizim elimizde. Bu deterjan ile bulaşıkları sudan geçirmeyi bırakarak her yıkamada 57 litre, her sene Kuyucuk Gölü’nün 40 katı suyu kurtarabiliriz. Lütfen, kapatalım muslukları, suyun sonu gelmesin!” diyerek su israfına dikkat çekti.
Kuraklıkla karşı karşıya kalan göllerimiz sadece bunlar değil. Konya’nın Karapınar İlçesinde Meke Gölü, Afyonkarahisar’da Acı Göl, Antalya’da Avlan Gölü kuruma riski altındadır.
Çöl manzaralarıyla karşılaşmamak için gözümüzün gördüğü, elimizin, ayağımızın ulaştığı suyu, damlasına kadar tasarruflu kullanmak zorundayız. O halde su tasarrufu nasıl yapılır, onu da gözden geçirelim.
Bu konuda İstanbul Teknik Üniversitesi(İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun bir önerisi var.
Su havzalarını çakıl taşına kadar korumak gerektiğini söyleyen Kadıoğlu, “İklim değişikliği ile beraber kuraklaşan bir iklime gidiyoruz. Şimdiden tedbirler almalıyız. Bu değişikliğe uyum sağlamalıyız. Türkiye’de bunun da başında ‘yağmur suyu hasadı’ geliyor. Anadolu’nun kültüründe olan su sarnıçlarını geri getirmeliyiz. Her ev mümkünse çatısından yağan yağmuru toplamalı. Bu hem susuzluğa, kuraklığa büyük bir çare olacak, hem de kent sellerini engelliyecektir. Türkiye’de en önemli su kullanımı tarımda. Suyun yüzde 70’ini tarımda kullanıyoruz. Bu yüzden tarımda kullanılan suda tasarruf yapmak zorundayız.” dedi.
Bizler su israfını önlemek için evlerimizde neler yapabiliriz?
-Evlerimizde damlayan musluklarımızı su kaçağı olan tesisatlarımızı onaralım.
-Kullandığımız bulaşık ve çamaşır makinalarımızı tam doldurmadan çalıştırmayalım.
-Araçlarımızı hortumla yıkamak yerine kovaya dolduracağımız su ile temizleyelim.
-Duş alırken ve banyo yaparken ayarlanabilir duş başlığı kullanalım.
-Tıraş olurken, diş fırçalarken, abdest alırken suyu boşa akıtmayalım.
-Bahçelerimizi sularken sulama işlemini buharlaşmanın az olduğu sabah ve akşam saatlerinde yapalım.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Şunu da hatırımızdan çıkarmayalım. Suyun yüzde 75’i tarımda, yüzde 15’i sanayide, yüzde 10 civarında da evlerde kullanılıyor. Evde kullanılan su daha sonra atık su olarak çıkıyor. Eğer istenilirse biraz masrafla atık su geri dönüştürülüp klozetlerde kullanılabilir, sudan da en az yüzde 25-30 civarında tasarruf sağlanabilir.
Ben “su krizine çare denizlerde mi?” diye düşünüyorum. Bugün dünyada deniz suyundan su arıtımı ile içme suyu elde eden birçok ülke bulunuyor. Bu ülkeler yazımın başında yazdığım aşırı yüksek derecede su sıkıntısı çeken Ortadoğu’daki bazı ülkelerdir. Kaliforniya, İspanya, Arap Emirlikleri, Japonya, Kıbrıs, İsrail.
Böyle düşünmekte haksız mıyım? Suyumuzun her damlasının kıymetini bilelim.