Küçük yaşlarda kendimi sporun içinde buldum. Yaşamımda birçok spor branşlarının müsabakalarında oynadım. Daha sonra, Antrenör, hakemlik yaptım, yaşımın ilerlediği yıllarda yöneticilik görevinde bulundum. Şu anda da sporla ilgili yazılar yazmaya başladım.
Edirne Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşlerini de 647’den itibaren başladım. Sağlığım elverdiği sürece de takip etmeye çalışacağım. Yağlı güreşleri takip ettiğim süre içerisinde birçok geleneksel sporlara gönül verenlerle tanıştım. Onlardan bilmediğim konularda bilgi edindim. Bu yıl sizlere Tarihi 658 inci Yağlı Güreşler süresince yazılarımı sunacağım.
Türklerde Spor
Sporun insanlık tarihinin her döneminde yapılmış olan bir faaliyettir. Spora tarihi gelişim açısından incelecek olursak, sporun bir faaliyetler dizisi olduğunu görürüz. Spor ve beden eğitimi insanlık tarihi ile doğmuş ve ilerlemesine çeşitli özellikler göstererek devam ederek günümüze ulaşmıştır.
Tarihe bakıldığında, insanlık tarihinin ilk devletlerinde bir tür beceri yarıştırma, doğayla mücadele oyunu olarak ortaya çıktığını görmekteyiz. İlk insanlar art arta, üst üste boğuşmalarından ortaya çıkan güreş ilk çıktığı yıllarda belki oyundu, gücün simgesiydi. Avlanarak geçimlerini sağlayan insanların önce var olmak üzere geliştirdikleri okçuluk belki de soyluları çok eğlendirmiş, oyalamıştır.(Kurthan Fişek, 100 soruda Türkiye Spor Tarihi İstanbul 1985, sh. 5)
İnsanların yaşam biçimlerine göre beden eğitimi ve spor farklılık göstermiş, ancak yerleşim konumları ne olursa olsun, her dönemde insanlar, farkında olarak ya da olmayarak sporla uğraşmışlardır. Toprağa kesin olarak yerleşip göçebe hayattan kurtulduktan sonra da sporu bilerek ve doğrudan yapmışlardır. Toprağa kesin olarak yerleşip göçebe hayattan kurtulduktan sonra da sporu bilerek ve doğrudan yapmışlardır. Toprağa yerleşmeden önce yakın çevresinde bulduğu ve avlandığı hayvanları ele geçirmek ve hayatını sürdürmek için yaptığı faaliyetler ve yaşam için sarfetmiş olduğu enerji spor olarak ortaya çıkmıştır.
Tarihin ilk sporları savunma ve saldırıya yönelik olanlarıdır. Eski dönemlerde önce yırtıcı hayvanlarda göğüs göğüse boğuşmuşlar, daha sonra çıplak elleriyle sıkı yumruklarını, daha sonra ok ve yayı, mızrak ve kılıcı öğrendiler. İşte güreş, boks, cirit, okçuluk ve eskrim gibi temas sporları hayat kavgasının bir parçası olarak keşfettiler.
Toplumlar arasındaki kültür farklılıklarında özelliklerine göre farklı spor dallarının gelişmesine neden olmuştur. Sosyal çevrenin spora etkisiyle ilk sportif teşkilatlanmalarda başlamıştır. Kültür kaynaklarından destek gören spor dalları günümüzde bile milli nitelik taşımış spor branşları birer miras gibi günden güne devrolmuştur.
Örneğin, Türk kültüründen kaynaklanan atlı sporlar, atıcılık, cirit, güreş, kılıç sporları savaşa hazırlık ve fiziki gücü geliştirme şeklinde başlamış daha sonra geleneksel olarak sürmüştür.
Vücut kültürü ile faaliyetlerin, tarih çağlarına rastlayan ilk izlerini, hemen hemen bütün uygarlıkların beşiği sayılabilecek olan Asya’nın orta ve ön Asya coğrafi bölümlerinde bulmak mümkündür. O dönemlerde medeniyet olarak güçlü ve cesur olmaya, bağlı olduğu düşüncesinden hareketle, bütün çalışmalarda göç sebebi ile amaç ve kural değişikliğine uğrayarak beden eğitimi dersleri benimsenmeye başlamıştır.
Orta Asya Türklerinden Selçuklulara, Osmanlılara ve Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar bir miras olarak gelen geleneksel sporlarımız Milli özelliklerini korumuşlardır.
Önceleri yaşama kavgası güncel yaşantıyı devam ettirmek amacı ile yapılan hareketler spor olarak devam ettirmek amacı ile yapılan hareketler spor olarak nitelendirilmiştir.
Spor tarihi incelendiğinde, doğu ve batı ayrımının göze çarptığı görülmektedir. Güreş, boks, binicilik, okçuluk, judo, eskrim, karate, tekvando gibi mücadele ve temas sporlarının doğuya, takım oyunlarını ve öteki alafranga sporların Batı’da geliştiklerini görmekteyiz.(Kurthan Fişek, 100 soruda Türkiye Spor Tarihi İstanbul 1985, sh. 25)
Tabiat ile mücadelelerinde, gerek savaşlarda, sporun değerini çok iyi anlayan Türkler. Çocuklarını güçlü olması için spora fevkalade önem vermişlerdir. Orta Asya’dan göçlerle yayılmazdan önce yaşadıkları bölgede ki tabiatıyla çok çetin mücadeleler yapan bir milletin her şeyden evvel ilk vasfı ancak sporculuk olabilir. (Kamil, Türklerde Spor, Akşam Basımevi İstanbul 1932 s: 3)
Türklerin beden eğitimi ve spor konusuna verdikleri önemde, savaşçı ve akıncı bir millet olmalarının yanısıra dini inançlarının da rolü olmuştur. Türkler büyük göçten önce Totem inançlarının verdiği hür ve serbest terbiyenin etkisi altında kalmış, tabiata, kuvvete tutkun karakteristik özellikleri bütün bu spor oyunlarının yanı sıra pehlivanlığı asırlar boyunca baş tacı yapmışlardır.(Ali Gümüş, Güreş, Gençlik ve Spor Bakanlığı B.T.G.M. yayını Ankara, 1972 sh: 17.)
Bu çağlarda düzenlenen oyunlar hiçbir zaman güldürü biçiminde ve ciddiyetten uzak düzenlemeler değildi. Bunların dinsel birer gelenek olarak benimsenmesi beden hareketlerine duyulan ilgiyi kutsallaştırırdı. Gösterilere geç gelen, hile ve engellemeler yapan rakibi ile önceden anlaşmalar ya da mücadeleden kaçanlar hoş karşılanmazdı. Bedensel güç kadar üstün düşünce ürününe dayalı girişler önemli idi. Bu nedenle fertler idman zevkini iyi kavramışlar, ona sosyal, eğitsel, sağlık ve bedensel bir biçim kazandırmışlardı.(Doğan Yıldız, Türk Spor Tarihi, İstanbul 1979 sh: 33)
Güreş
İnsanlarca bilinen en eski çalışmalardan biri güreştir.Denilebilir ki ilk insanlar konuşmayı öğrenmeden önce hayvanlara karşı hazırlıklı olmak amacıyla atma ve tutma idmanları yapmışlardır. Daha sonra insanlar birbirlerinin gücünü denemekten sevk almışlardır.
Eski Türklerdeki en eski spor türlerinden birisi olan güreş, Türk’ün milli sporu olarak tarihin ilk devrelerinden bu yana devamiyetini sürdürmüştür. Bu yiğit sporunun vatanı sayılan Karakurum ve Tanrı dağları yöresi eskiden olduğu gibi bugünde Türklerin vatanıdır. Eski Türklerde, şölenlerde güreş tutmak bir töre idi, yiğitler kıran kırana güreşi pey ederlerdi. Ünlü tarih yazarı Harold Lacup, Cengiz Han adlı eserinde, Türklerden bahsederken “Bu memleketlerde ata binmeyen, güreş yapmayan adama kız bile vermezlerdi” diyerek, güreşin Türkler için kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.(Erdoğan Arıpınar, “Türk Güreşi” Hayat Tarihi Mecmuası Cilt 1 Sayı 5 Haziran, Ankara 1966, sh.69)
İslamiyet’ten çok önce Türk güreşi bilir ve yapardı. Ölen yiğitler silahları ile gömülür, mezarları etrafında dini törenin yanı sıra dokuz gün dokuz gece güreşler yapılır, ölüm yıldönümlerinde de mezarları başında üç gün, üç gece yine binlerce yiğit güreş yapardı. Binicilik, atıcılığın, yanında Pujila ve atlıcirit oyunlarında son derece usta olan Türkler, güreşi tüm sporların temeli, terbiye vericisi olarak adeta bir din şeklinde kabul etmişlerdir. (Ali Gümüş Güreş, Gençlik ve Spor Bakanlığı B.T.G.M. yayını Ankara, 1972 sh: 17)
Tarihi bulgular incelendiğinde güreşin teşkilatlanmış halde yaklaşık olarak M.Ö. 2750-2600 yılları sırasında yapılmakta olduğunu göstermektedir. (Milliyet, Guinness Rekorlar Kitabı. İstanbul 1985 sh: 230)
Güreş, göç yolları aracılığıyla batıya yayılmış, Türklerle birlikte Anadolu’ya gelmiştir.
Selçuklular’da güreş çalışmalarının yapıldığı özel kuruluşlar vardı. Özellikle Konya’da bu kuruluşların örnekleri çoğunluktadır. Atıf Kahraman’ın verdiği bilgiye göre Konya’nın “Çeyi Sicil Defteri”ni de “Güreşçiler Mahallesi” ve “Güreşçiler Tekkesi” adlarının yer aldığı dikkate alınırsa, Selçukların güreş tekkelerine sahip oldukları kanıtlanır.
Türklerin en eski güreş tarzı hakkında bilgi vermek gerekirse, bu güreş tarzı rakibini tuşla yenme esasına dayanan ve güreşçilerin genellikle bir çayırda, yada harman yerinde sert oyunlar uyguladıkları “Karakucak” güreşidir. (Gelişim Hachete Alfabetik Genel Kültür Ansiklopedisi, Cilt 5 İstanbul 1983, sh 1705)
Türklerde yapılan güreş yağlı değildi, günümüzde serbest güreşe benzeyen ve karakucak adı verilen güreşi her Türk genci uygulardı. Diğer adı Harman Güreşidir. Daha sonraları yağlı güreşi de uygulamışlardır. Ancak bu güreş Yunanlılardan bize geçmiştir. (Ali Gümüş Güreş, Gençlik ve Spor Bakanlığı B.T.G.M. yayını Ankara, 1972 sh: 17)