Konturculuk da denilen Kluasonnizm, betimlemlerde figürlerin etrafını çevreleyen ve çevresinden kopartarak ayıran, kalınlığı ise resmedilen nesnenin–varlığın formuna ve bakışımıza bağlı olarak belli bir vurgulamayı da içeren çizginin adıdır. Doğada olmayan, bir yüzey üzerinde ancak çizerek betimlememizde önemli bir enstrüman olan çizginin nesneye ait dış siluetini ortaya çıkarırken kullandığımız kontur çizgisidir. Bu çevrel çizgi hem dış hem de iç kontur olarak kullanılır. Tüm yüzeylerde, belli bir katlanma ve kıvrılması ile oluşan ayrıntılarda iç konturları da gözlemliye biliyoruz.
Aslında biz desen çalışırken, daha doğrusu karakalem deyimiyle kâğıdımıza taşıdığımız, aktardığımız ya da yansıttığımız varlıkların, betilerin biçimlerini yani kütlelerini, çizerek oluştururuz. Bu çizgi, biçime ait alanla biçimin dışında bıraktığı alanı, yani fon’u birbirinden ayırır. Figüre ait alanı, yani yüzey üzerinde varlığa ait alanı sınırlar ve çevreler. Bunu yüzey üzerinde gösterebilmenin tek koşulu çizgi denilen aracı kullanabilmemizdir. Yinelersek, aslında üç boyutlu ortamda çizgi diye betimlediğimiz şey, bakış noktamıza bağlı olarak nesnenin kenarıdır. Yine şunu da biliyoruz. Kenar diye bir şey de yoktur. Biz her yer değiştirdiğimizde ya da nesnenin konumu değiştikçe kenar diye adlandırdığımız şeyde yer değiştirir. Kütlesi ve hacmi olan her şey etrafında dönülebildiği için, sabit olduğumuz noktadan baktığımızda nesnenin o an için en dış teğet noktalarını kenar olarak adlandırırız. Dolayısıyla sonsuz teğet noktaları, kenar ve kenar çizgileri vardır. Bu iç ve dış konturlar, öne çıkma ve arkaya gitme ile ilgili olarak daha kalın ve daha ince, yumuşak değerlerde kullanıla bilmektedir. Bu kontur çizgilerini, belli bir akışkanlık içinde üslup olarak geliştirip belirleye biliriz.
Desen çalışmalarından örnekler vermek gerekiyorsa, sınıflamadan yola çıkacağız. Desen türleri söz konusu olduğunda, nitelikleri açısından 1)–Akademik ve 2)–Artistik olarak ayırabiliriz. Birincisi, hacimsel, ışık-gölgeye dayalı etütsel bir çal, yaratıcılığa bağlı, sanatsal etkinin ön planda olduğu bir çalışmadır. Işık-gölge şart değildir. Rembrant’ın eskiz, taslak etkisi veren, hızlı ve yerini bulan fırça izleriyle, izlenime dayalı çalışmaları örnek oluşturur. Uyuyan kız adlı bu çalışmasında fırça atraksyonları, yerini bulan sürüşlerle çekilmiş fırça izleri, çok özgün konturlara dönüşmektedir. Bu çizimi Artistik bir çalışma olarak değerlendirebiliriz.
Eğer öğeleri açısından da bakacak olursak. 1) Çizgisel, 2) Lekesel –Lavi ve 3) Hacimsel şeklinde bir sıralama yapmış oluruz. Çizgisel dediğimizde, tek ve yalın çizgi kullanarak, kontural çizgi resim(resim–1 deki çalışma gibi). tarama ve benzeri yöntemlerle birden çok çizgi ile hacme yönelik ışık–gölgeci bir anlayışla çalışıyorsak, buna da çizi resim deriz. Formun hacimlerine dayalı bir uygulama da bile, formu diğer form ve çevresinden ayırmak için kontural çizgiye başvura biliyoruz.
Hacimlendirme, modle etmek, nesnenin kendi etrafında dönmesini sağlamak için gölgeler oluşturmak. Bunun tersi olarak lokalize tonlarla(örneğin, yaprağa ait yeşil ton) her bir parçayı bir çizgiyle ayırmak. Bu çizgi ya da konturla, örneğin bir yaprağa ait alanı bu kontur çizgileriyle, nesneyi ya da figürü fondan ya da diğer bir alandan ayırmış oluruz. Edouard DUJARDİN ‘’ Bu şekilde desen rengi destekler, renk de deseni destekler. Sonuçta sanatçının çalışması, bölümlere ayrılmış bir resmi andırır, tıpkı cloisonné gibi..Ve, kullandığı teknik de bir nevi cloisonnisme’e dayalıdır,, şeklinde açıklamada bulunmuştur. Böylece tekniğin tanımlanması, Cloisonnisme terimi, ilk defa 1888’de düzenlenen Salon İndependants da sergilenen Louis ANQUETİN iki eseri (Le Bateau au soleil couchant. Les Chiffonnieres du pont de clichy ) yorumlayan sanat eleştirmeni Edouard DUJARDİN tarafından kullanıldı.
Cloison’un sözcük anlamı, bölme, parçalara ayırma demektir. Sanat tarihinde bu teknik, mineli objelerin, yani üzerine mine uygulaması yapılan objelerde, metal teller, yüzey üzerinde, figüre, motife ait bağımsız alanları sınırlandıracak şekilde yerleştirilir. Bu genelde ahşap zemine bu telleri belli ölçüde çakma işlemidir. Diyelim bir çiçek motifinin çiçeğini, yaprağını ve dalını tel konturlarla ayırmak demektir. Bu alanların içine farklı renklendirilmiş mine konularak elde edilir. Bura da P. PİCASSO’nun salt kontur çizgilerinden oluşan figür çizimini örnek verebilirsek, içini boyayacak olursak, ya da bu konturları-çevrel çizgileri mine işçiliğinin tel konturu kabul edersek bir fikir vermiş oluruz.
Buna bir başka örnek olarak, perspektif ve gölgeleme tekniğinin uygulanmadığı, iki boyutlu lekesel bir görselliğe sahip Orta Çağ figürlü vitraylarında görebiliriz. Işıklı cam da denilen Vitray’da, uygulama da renkli cam parçaları, önceden resmedilecek figür ya da motiflerin bire bir çizimlerinden elde edilen şablonları üzerinde elmas ile kesilerek çıkarılır. Eğer kurşun vitray yapılacaksa, H harfi şeklinde çekilen kurşunlar, kesilen her bir cam parçasının gireceği şekilde ve renkli cam parçalarının da yerleştirilmesiyle lehimlenir.
Ya da, alçıdan yapılacaksa ki, kilise ve camilerin dışa açılan pencere açıklıklarında bu yöntem kullanılır. Yağmur ve fırtınaya dayanıklı olması gerekir. Işıklı Cam, alçı pencereler. Yine motiflerin şablonları çıkartılır. Birebir boyutta çıkarılır. Renkli camlar bu şablonlara göre kesilir. Pencerenin formunda kalıp hazılanır. Pencerenin içinde yer alacak motiflerin şablon kalıpları da yerleştirilerek alçı dökülür. Bu gün bu kalıplar köpük tabir ettiğimiz strapor’dan elde edilir. Sonra bu köpük kalıplar çıkarılır. Köpük kalıptan biraz daha genişçe, yerine göre 3 ya da 5 mm, hatta 1 cm olmak üzere camlar kesilir. Ayrıca camın kalınlığı 3 mm ya da daha kalın ile, camın genişliği ve kalınlığı oranında alçı oyulur. Camlar yerleştirilir. Yine çıkan köpük kalıplar camların üstüne konur ve bir kat daha alçı dökülür. Sonuç olarak çift katlı döküm yapmış oluruz.
Bu zanaat uygulamalarında kurşun ve alçı, formu çevreleyen Kontur gibi işleve sahiptir. Japonların buna benzer konturlu Ukiyo – e resimlerini inceleyen Van GOGH ve Paul GAUGUIN, Louis ANQUETİN, Emil BERNARD vb gibi birçok ressam, siyah konturla(genelde koyu tonda renklerde) birbirinden keskin ve net biçimde ayrılan alanlara uyguladıkları saf renk tonlarıyla yeni bir ifade biçimi yaratmışlardır.(Resim-5) Aslında kültürel bir varlığın, uygulamanın, çağdaş bir duyarlılıkla, 20 yy sanatına intikali ve uyarlanmasıdır. Burada, neden biz de Minyatürden esinlenerek, çağdaş anlatım biçimlerine geçiş yapamadığımızı da sorgulamamız gerekiyor. Modernize etmek deyimi ise ondan(referans kaynaklarından) yola çıkarak yeni yorumlara ulaşmak demektir.
Empresyonistlerin, yani izlenimci sanatçıların, izlenime dayalı çalışmalarında, ışık ve renk ön plana çıktığından belli hava koşullarında, formların eriyip siluetlere de dönüştüğünü görebilmekteyiz. Claude MONET'in, Rouen Katedrali-1894, Gün batımında Parlamento-1902 . İzlenim, gözde bıraktığı etkilerdir. Bir çoğu, açık hava ressamıdır. Post Empresyonistler ise, figürün eriyen biçimsel yanıyla değil, formun yapısı ve ifadeyle ilgilendiler. Işığın geçici etkilerinin vurgulanmasını reddettiler. Rengi öne çıkardılar. Formun planlarında(forma ait alanların ayrılması) uyguladıkları konturlarla kendilerine yeni bir alan açmış oldular. Bu teknik, Neo Empresyonizm–Yeni İzlenimcilik/Divizyonizm( bölmecilik), Puantilizm(noktacılık). G.Seurat, P.Signac sonrası, Sembolist ve Simgeci eğilimiyle Paul GOU GUIN’de kimlik bulur. 1886’da Pont Aven’e ikinci gittiğinde, Emile BERNARD’la dost olur. Çalışmalarında, Sentetizm(bireşimcilik), İdeizm(düşüncecilik) ve Cloisonisme(Partisyonizm-Parçacılık) denilen yeni bir düşünce, yeni bir resim türü ve tekniği geliştirdiklerini ileri sürerler. Tabi Sembolizmin yeni öncülerim olurlar. Cloison, kilise vitrayları gibi her renk ve tonun koyu bir çizgiyle çevrelenmesi tarzıdır. Böylece izlenimcilikten ayrılan Gauguın, dekoratif resimlemelere yönelen çizimlere ulaşmıştır.
Ekspresyonistlerde, Fransız Dışavurumculuğu da diyebileceğimiz FAUVE anlayışı(1905-1914). Bu akımın niteliği de, aşırı renklerin kullanılması ve figürlerin deforme edilmesi en önemli teknik bir kural olmuştur. Psikolojik duygular, bu anlayışın içeriğini oluşturur. 1888 yılında ön dışavurumcularının ve CEZANNE ‘ın anlayışının devamı olan bu akım, Henri MATİSSE(1869-1947) öncülüğünde gelişir. Neo Empresyonistlerin(Divizyonizm-Puantilizm) yorumladıkları gibi, katışıksız renkleri kullandı. Daha güçlü anlatım için renk tonlarını yoğunlaştırmaya ve karşıtlıklar, kontrastlar yolu ile vurgulamalara gitti. Noktacılık vizyonunu tamamlamaya başlamasıyla, yan yana fırça dokunuşları, yerini renkli alan bloklarına bırakmaya başlamıştır. Tabi bu yalınlaştırma Matisse de, arındırma ve iki boyutlu lekesel biçimlemelere yöneltmiştir. Yaşlılık yıllarında ise renkli kağıtları keserek oluşturduğu kolajlarında görmekteyiz.1918’de başladığı yağlı boyalarında, kara dış çizgili kontura dayalı cam tekniğini kullanmaya başladı. Bir nedeni, çıraklığa Cloison, renkli Vitray uygulamaları ile başlamış olmasıdır.
Kontürlü çalışma tarzı, ifade gereği olarak, Türk resminde de görülmektedir. D grubu ressamlarımızdan Nurullah BERK, soyuta yönelen kaligrafiden yola çıkarak eser veren Abidin ELDEROĞLU, doğadan soyutlamalarıyla Devrim ERBİL, figüratif soyutlamalarıyla Dinçer ERİMEZ, Figüratif resim anlayışına Toplumcu Gerçekçi bir bakış getiren Neşet GÜNAL, Foto gerçekçi figür ve doğa yorumlarıyla Yalçın KARAYAĞIZ vb sayabiliriz.
Tabi Türk Resminde çok özel bir yeri olan, Fernand LEGER’in de öğrencisi olan Neşet GÜNAL’ın resimlerinde de görebiliyoruz. LEGER’de gördüğümüz kontür anlayışı Figüratif yorum ve soyutlamalarında çok öne çıkar. Braque ve Picasso etkisinde, Kübizm doğrultusunda işler üretmiştir. Biçim karşıtlıkları adlı bir dizi tablo yaptı. Kare, silindir ve hacimlerden yararlanarak sağladığı hareketli dinamik anlatımlara yöneldi. R.DELAUNAY, M.DUCHAMP ve F.PİCABİA gibi sanatçılarla ORFİK KÜBİST’lere katıldı ve giderek daha da soyuta yöneldi. 1.Dünya savaşı sonlarında sosyal içerikli gündelik yaşamdan konuları, kenti ve makineleşmeyi anlatan resimlerinde insan figürlerini yansız ve soyut bir görünümde geometrik formlarda yansıttı. Biçim anlayışında denge ve sağlamlıkla birlikte, kararlılık etkisi hakimdir. Bu duruş onu konturlu resimlerinde öne çıkarır. Mozaik, seramik ve vitray gibi tekniklere yönelmesi de bundandır. Cloison tekniği de eserlerine yansır.
Neşet GÜNAL’ın resimlerinde de, F. LEGER’in etkisini görmek çok doğaldır. İlk çalışmaları Ekspresyonist tarzda olan Günal’ın resimleri giderek LEGER sitilinin etkisindedir. Cloison, konturcu anlayış o zamanlardan gelmektedir. Hatta figüratif kompozisyonlarında, soyut doğa betimlemeleri ve konulu resimlerinde Fovist denebilecek renkçi çalışmalarında lokalize, nesneye ait bölgesel tonlarda, örneğin bir yaprağın yeşili, bir havanın mavisi gibi. Derinlik algısının kaybolduğu resimlerdir. Kontur ağır basar.
Türkiye’ye döndüğünde Leger etkiden sıyrılacaktır. Ancak çevrel çizgi, kontur ağırlığını koruyacaktır. Toplumcu gerçekçi resim anlayışı içinde referans aldığı form anlayışını yitirmeden, Anadolu insanının sorunsalına yönelecektir. Akademide(İ.D.G.S.A.) Nevşehir Belediyesinin bursuyla okuması, doğup büyüdüğü topraklara ve insanlarına duyduğu hisler, o insanların kötü yaşam koşulları, toprak insanları adıyla bir resim dizisinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Freks ve Goblen–halı tasarımları da yapan hocamızın, duvar resminden gelen çok özel bir tuval astarlama tekniği de vardır. Tuvallerine baktığınızda, resimleri sanki fresk uygulaması tarzındadır. En son Korkuluklar dizisinde de kontur-çevrel çizgi hep hakimdir. Işık gölgeci değildir. Ancak kimi resimlerinde bu etkiyi ağırlıklı olarak görüyoruz. Daha çok formu döndürmek kastıyla hacimlere yönelir. Kontur çizgisi de resimlerinin tamamlayıcı öğesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Desenimizde, çizgisel çalışmalarda iç ve dış konturlar uygulama olarak başlı başına kullanılmasa dahi, yüzey üzerinde, bu kâğıdımız da olabilir, çizerek ilk yaptığımız şey, eğer bir elmanın betimlemesini yapıyorsak, elmanın formunu önce dış konturlarını kağıdımıza çizerek aktarmış oluruz. O andan itibaren kâğıdımız da, bir; elmaya ait çevrelenmiş bir alan. İki; elmanın alanının dışında kalan, arka plan ya da arka fona ait olan alandır. Bu iki alanı birbirinden ayıran da bu kontur çizgisidir. Yinelersek, doğada olmayan bir olguyu, çizgiyi kullanmış oluyoruz. Tekrar altını çizerek belirtirsek, Kontur denilen çizgi, resmedilen nesneye ait alan ile, nesnenin dışında kalan alanı ayıran çizgidir. Çizgi resmin en temel grafiksel elemanıdır. Tek başına bir ifade aracıdır. Ne kadar bol çizgi çalışması yaparsak, o kadar desenimi geliştirmiş oluruz. Resme gönül veren her kese kolaylıklar diliyorum.
Kaynakça:
Post Empresyonizm – ARKAS Sanat Merkezi
Modernizm ve Postmodernizm – C.Vedat DEMİRKOL
Sanatta Devrim – Nazan/ Mazhar İPŞİROĞLU
Modern Resim nasıl okunur – Jon THOMPSON
Resim 1. Temel Sanat Eğitimi – MEB
Desen – MEB
Sanat Sözlüğü – Nimet KESER