‘’Ne doğan güne hükmüm geçer, /
Ne halden anlayan bulunur;….. /
'Gün Eksilmesin Penceremden’ şiirinden
Cahit Sıtkı Tarancı’’
Diyarbakir insanını en iyi anlatan yazarlarda biri olan Mıgırdıç Margosyan dört yıl aradan sonra yeniden düzenlenen Diyarbakır Kitap Fuarı’nın onur konuğu oldu. Altı gün sürecek olan fuar kapsamında 120 yayınevi yer alırken, 60 kültür etkinliğinde250 yazar okurlarıyla buluşacak. Fuar süresince düzenlenecek panel ve söyleşilere onur yazarı Mıgırdiç Margosya’nın edebiyatı ve, esesleri ve yaşamı ele alınacak.
Bu Fuara bende Diyarbakır doğumlu ünlü şair ve yazarımız Cahit Sıtkı’yı anarak Edirne Yenigün Gazetesi’ndeki ‘Perşembe Yazılarım’ ile katılmak istedim.
Ülkemdeki kentlerden birkaçı hariç tamamına yakınını gezip, gördüm ve elverdiğince inceledim. Güneydoğu Anadolu Bölgemizde gezdiğim kentler arasında yer alan Diyarbakır’ın Türkiye içinde çok ayrı bir yeri ve önemi var. Bu kent’e tarihsel açıdan bakıldığında inanılmaz bir zenginliğe sahip olduğu görülür. M.Ö. 1260’a dek egemenliklerini sürdüren Hurri ve Mitanniler’den sonra kentte sırasıyla; Asurlular, Aramiler (Bit-Zamani Krallığı), İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Ermeni Tigran Krallığı, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar egemenliklerini sürdürmüştür. Farklı inançların, dillerin ve kültürlerin beşiği Diyarbakır, kendisine egemen olan tüm uygarlıklara ev sahipliği yaparak, düşünenlerin ve üretenlerin kenti olmayı başarmıştır. Diyarbakır, Karacadağ’ın bazalt platosunun doğu kenarında, Dicle Vadisi’nden 100 m kadar yükseklikte, bir düzlük üzerinde yer alıyor.
Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi
Diyarbakır mimarisine özellikle Akkoyunlu, Artuklu ve Osmanlı stili hakimdir. Diyarbakır'da köklü bir mimari gelişimin varlığını duyuran yapıların başında evler ve köşkler gelir. Diyarbakır evlerinin özelliklerini en özgün biçimde muhafaza eden ve güzel örneklerden birisi olan Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğduğu evdir. Diyarbakır il merkezinde Camii Kebir Mahallesi, Cahit Sıtkı Tarancı sokak No:3 de bulunan ev, 1733 yılında inşa edilmiş ve daha sonra da Cahit Sıtkı Tarancı'nın ailesine intikal etmiştir. Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak günümüze ulaşmıştır. Haremlik ve selâmlık olarak inşa edilen evin selâmlık kısmı sonradan yıkılmıştır. İki katlı bir yapıdır ve kesme siyah bazalt taşından inşa edilmiştir.
Binada büyüklü küçüklü toplam 14 oda, mutfak, kiler ve tuvalet bulunmaktadır. Binanın en önemli yeri iki katlı olan yazlık kısmıdır. Bu bölümün ikinci katındaki büyük odaya baş oda denir. Cahit Sıtkı Tarancı 2 Ekim 1910 yılında bu odada dünyaya gelmiştir. Cahit Sıtkı Tarancı'nın çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümünün geçtiği bu tarihi ev 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak onarıldıktan sonra, 29 Ekim 1973 yılında Cahit Sıtkı Tarancı’nın anısını yaşatmak ve ismini ebedileştirmek amacı ile müze olarak hizmete açılmıştır.
34 yıldan beri müze olarak hizmet veren 266 yıllık tarihi bir mekan olan evde, 19.yüzyıl Diyarbakır yaşantısını canlandıracak etnografik malzemeler ile Cahit Sıtkı Tarancı'nın özel eşyaları, el yazısı ile yazılmış mektupları ve kitaplarının yanı sıra aile fotoğrafları ve belgeler sergilenmektedir.
Hayatı
Cahit Sıtkı Tarancı (4 Ekim 1910, Diyarbakır - 13 Ekim 1956, Viyana), Türk şair, yazar.
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en önemli şairlerinden birisidir. En ünlü şiirleri "Yaş Otuz Beş" ve "Memleket İsterim"'dir. 4 Ekim 1910’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Babası, Diyarbakır'da ticaret ve ziraatle uğraşan köklü Pirinçcizadeler ailesinden Bekir Sıtkı Bey; annesi, babasının amca kızı Arife Hanım'dır. Ailesi, ona "Hüseyin Cahit" ismini verdi. Akrabaları ‘Pirinçcioğlu’ soyadını aldığı halde Soyadı Kanunu çıktığı yıl pirinç ekiminden çok zarara uğrayan babası Bekir Sıtkı Bey, bu duruma kızarak ‘çiftçi’ anlamına gelen ‘Tarancı’ soyadını almıştır.
Diyarbakır'da başladığı ilk eğitimin ardından aile geleneğinden ötürü orta öğrenim için Kadıköy Fransız Saint Joseph Lisesi'ne gönderildi. Lise öğrenimi için 1931 yılında Galatasaray Lisesi'ne geçti. Fransızcayı çok iyi öğrenerek Baudelaire, Rimbaud, Mallarme'yi özümsedi. Şiir yazmaya lise yıllarında başladı. İlk şiirleri Galatasaray Lisesi’nin ‘Akademi’ isimli dergisinde ve ‘Servet-i Fünun’ dergisinde yayımlandı. Ömür boyu yakın dost olacak Ziya Osman ile 1928 yılında okulda tanıştı.
1931’de girdiği Mülkiye Mektebi'nden (Siyasal Bilgiler Fakültesi) ikinci senenin sonunda ayrılmak zorunda kalınca, Yüksek Ticaret Okulu'na girdi ancak memuriyet sınavını kazanıp Sümerbank’ta çalışmaya başladıktan sonra bu okuldan da ayrılmak zorunda kaldı. ‘Ömrümde Sükût’ adlı ilk şiir kitabı henüz Mülkiye Mektebi’nde iken yayımlandı.
Karabük’e atanması üzerine Sümerbank’ta başladığı memuriyetten ayrıldı; çalışma hayatını öykülerini yayımlamakta olduğu Cumhuriyet Gazetesi’nde sürdürdü. Cumhuriyet gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi'nin desteği ile Üniversite yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Paris'e gitti. 1938-1940 yılları arasında Sciences Politiques'e devam etti. Paris'teyken Paris Radyosu'nda Türkçe yayınlar spikerliği yaptı; bir yandan da gazeteye öyküler göndermeye devam etti. Paris’teki öğrenciliği sırasında Oktay Rıfat ile tanıştı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman uçakları 1940 yılında Paris’i bombalamaya başlayınca öğrenimini tamamlayamadı; bisiklet ile kaçarak Lyon ve Cenevre yoluyla Türkiye'ye geri döndü. Askerliğini 1941-1943 yıllarında Ege'nin küçük kentlerinde yaptı. Ünlü “Haydi Abbas” şiiri, askerlik döneminin bir ürünüdür.
O yıllarda ailesi artık İstanbul’a yerleşmişti; bir süre babasının Eminönü’deki ticarethanesinde çalıştı ancak içki sorunları yüzünden babası ile arası açılınca Ankara’ya gitti. Sırasıyla Anadolu Ajansı'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nde ve Çalışma Bakanlığı'nda tercüman olarak çalıştı. ‘Otuz Beş Yaş’ şiiri ile 1946'da ‘CHP Şiir Ödülü'nde’ birincilik aldı ve yurt çapında tanınan bir şair oldu. Çalışma Bakanlığı'ndaki görevi sırasında tanıştığı Cavidan Tınaz ile 4 Temmuz 1951’de evlendi. Evlendikten sonra yazdığı şiirlerini “Düşten Güzel” adlı kitapta topladı.
1953 yılında geçirdiği bir krizden sonra felç oldu. Yatağa bağlı ve yarı bilinçli durumda olan şair; İstanbul ve Ankara’da çeşitli hastanelerde tedavi gördü; bir yıl kadar Diyarbakır’daki baba-evinde bakıldı. 1956 yılında tedavi ettirilmek üzere devlet tarafından Avrupa'ya gönderildi; zatülcenp (akciğer zarı iltihabı) hastalığına yakalanarak 12 Ekim 1956’da Viyana'da vefat etti. Cenazesi Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi.
Ölümünden sonra
Arkadaşı Ziya Osman’a yazdığı mektuplar 1957’de “Ziya'ya Mektuplar” adıyla yayımlandı. Kitaplarına almadığı şiirlerle şiir çevirileri ve kendisi için yazılanlar “Sonrası” adlı kitapta toplanarak 1957’de yayımlandı. Öyküleri, ‘Cahit Sıtkı Tarancı Hikâyeciliği ve Hikâyeleri’ adıyla Selahattin Önerli tarafından 1976'da kitaplaştı. Şairi anlatan kapsamlı bir araştırma, Prof. Dr. Ramazan Korkmaz tarafından 2002 yılında ‘İkaros’un Yeni Yüzü / Cahit Sıtkı adıyla yayımlanmıştır.
Edebi Yaşamı
Şiir yazmaya lise yıllarında başlayan Cahit Sıtkı’nın Fransız okullarında okumuş olmasının etkisiyle ilk şiirlerinde Fransız şairlerin üsluplarıyla benzerlikler görüldü. Kimileri 'Muhit' ve 'Servet-i Fünun/Uyanış' dergilerinde yayımlanan ilk şiirlerini 1933 yılında yayımlanan ‘Ömrümde Sükut’ adlı kitapta topladı. ‘Sanat için sanat’ ilkesine bağlı kaldı. Ona göre şiir, Sözcüklerle / kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı’dır. Vezin ve kafiyeden kopmamış; ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır. Açık ve sade bir üslubu vardır. Çoğu gerçeğe bağlı olan mecazları, derin, karışık ve şaşırtıcı değildir. Uzak çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir. Zaman zaman bazı imaj ve sembollere başvurmuştur. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiş, nedense hep ölümün üstüne gitmiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur. Fransiz sairlerinden, özellikle Baudelaire ve Verlaine'den etkilenmistir.
Yazımı Cahit Sıtkı’nın çok sevdiğim bir şiiri ile sonlandırmak istiyorum.
Gün Eksilmesin Penceremden
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Cahit Sıtkı Tarancı.
Kaynaklar 1. Varol, Kemal, Kitap Zamanı 57 "Camii Kebir Mahallesi No: 3". 2010 2. Mehmet Mercan, Cahit Sıtkı Tarancı, ‘’Diyarbakır’ı Anlatmak Yazı Dizisi’, 08.08.2012 3. Ünlü, Mahir; Özcan, Ömer., Yirminci yüzyıl Türk edebiyatı: 1900-1940. İnkılâp Kitabevi. s. cilt I. 2003 4. ‘Cahit Sıtkı Venedik’te Tedavi Ettirilecek', Milliyet Gazetesi Arşivi, 06.09.1956 5. Cahit Sıtkı Tarancı, Yazarmezar.com sitesi, 2012 6. ‘Cahit Sıtkı Tarancı Üzerine’ Blog. 7. Dr. Ülkü Varlık Arşivi
Taziye Geçtiğimiz hafta sonunda Edirne’nin çok sevdiği Cilt Doktorlarından biri olan ve uzun yıllar kendi muayenehanesinin dışında, Olin Yağ Fabrikasında ve son olarak da Ekol Hastanesinde görev yapan son derece değerli, yardımsever ve her daim güleryüzlü bir doktorumuz ve dostumuz, Vahit Erkan Uygun beyefendiyi kaybettik. Cenazesi Cuma Günü öğle namazının ardından Buçuktepedeki aile mezarlığına defnedildi. Başta muhterem eşleri Güler Uygun hanımefendi, çocukları; Sinan, Tolga, ve Cahit Uygun ile Tolga beyin eşi Sevil uygun hanımefendiye başsağlığı ve sabırlar diliyorum.Işıklar içinde yatsın. |