II. Dünya savaşından sonra Bretton Woods ile başlayan yeni kapitalizm, zaman zaman intikaya uğrsada 2008 yılına kadar egomanyasını sürdürmüştür. 1970 yılına kadar batı dünyası ve Amerika teknolojinin gelişimine paralel olarak ekonomik destekler adı altında bir çok ülkeye kapitalizim aşısı yapmıştır. Az gelişmiş ülkelere proje kredisi sağlamak amacıyla 1946 yılında Dünya Bankası kuruldu. Aynı yıl IMF de kuruldu. Türkiyede bu teşkilata 1947’de üye oldu. Bu tarihten itibaren her iki kurumla,Türkiyenin ilişkisine kısaca göz atalım:
İlk kredimizi 25 milyon dolar olarak Dünya Bankası’ndan aldık. Bunun 2,5 milyon doları silo yapılmak, 12,5 milyon doları karayolu yapılmak, 10 milyon dolarıda liman yükleme boşaltma tesislerine harcanmak şartıyla verilir.1952’de Seyhan Barajı ve Seyhan Ovası sulaması için kredi verilir.
12 Kasım 1956 da ABD ile yapılan bir anlaşmayla Türkiye’ye yardım (Marshal yardımı)faslı adıyla ABD 46,3 milyon dolarlık BUĞDAY - ARPA - MISIR- DONDURULMUŞ ET ve YAĞ-FASULYE satar.1965 yılında 5 yıllık plan uygulamalı 400 milyon Dolarlık yardım yapılması (200 milyon doları ABD tarafından) Dünya Bankası’ndan kredi sağlandı.1966’da % 6 faizle 15 yıl vadeli 25 milyon dolar Dünya Bankası’ndan, 1967 de 27 milyon dolar IMF’den kredi alındı.1968 de Hayvancılık ve gıda sanayinde kullanılmak üzere 150 milyon dolar, 1975’de 37 milyon dolar...1976’da 67 milyon dolar...1977’de (IMF imdat kapısı fonundan) 45 milyon dolar.. bu ilişki böyle devam etmiş ve ülkemizde bugünlere gelinmiştir.
Ülkeler bazında,Tabiki bu sadece örneklerden biridir. Bu ekonomik dizayn yapılırken bu ülkelerin ve etrafındaki ülkelerin her türlü ekonomik değeri için alt projeler geliştirilerek buralarda kontrollü şekilde borçlu üretim yaptırılmıştır. Bu neo liberal sistem şirketler bazında giderek tekelleşmeye başlamıştır. Globalleşme denilerek, ekonomide oluşan bazı çatlaklar giderilmeye uğraşılmıştır. Neo-liberal gözbağcılığı ile 35-40 yıl boyunca hep tekrarladılar. ‘’Globalleşme ekonomilerde büyümeyi tahrik ediyordu ve bütün ekonomilerin yararına idi. Sistemi yönlendirenler sürekli bunları söylüyorlardı. Ta ki 2008 yılına gelindiğinde, bir yanlışlığın farkına varıldı. 2008 krizi, globalleşme ile büyüme arasında bir bağın olmadığını, bunun büyümenin belirleyicisi olmadığı görüldü. Büyüme ve globalleşme arasında kurulan neoliberal varsayımlar tamamen yok edilmiş oldu. Globalleşmenin fert başına gelir artışında fark edilir bir değişiklik yaratmadığı belirlendikten sonra, şimdi tam tersine, zenginlerin daha zengin olmasına ve yoksulluğun artması sonucunu doğurduğuna bir çok ülke inanır olmuştur. Gerçekte globalleşme, dünya ölçeğinde “gelir eşitsizliğini” arttırmıştı. BM son raporlarında bu durumun açıkça tespiti yapılmıştır. Dünya ölçeğinde gelir dağılımı öylesine bozulmuş durumda ki, bu daha önce hiç yaşanmamıştır.BM son raporunda "Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi, dünya toplam gelirinin yüzde 40'ını alıyor" tespitini yapmak zorunda kalınmıştır.Yine bu Rapora göre, en zenginler ile diğer kesimler arasındaki gelir farkının boyutları kalkınma ve sosyal barışı tehdit edecek düzeydedir denmektedir.Globalleşmenin sonucu OECD raporuyla da teyid edilmektedir.
Bu rapora göre ‘’Avrupa bölgesi dahil tüm OECD üyesi ülkelerde yoksulluğun artığını saptıyor.Yoksullukta, Ön sıralarda yer alan ülkeler arasında Türkiye de var.’’ Globalleşme sayesinde, Fert başına gelir artışının yerine, fert başına borçluluk artışı ikame edilmiştir. Bizim ülkemizde olduğu gibi kamu malları şahıs ve şirketlere sahiplendirilmiştir. Sosyal adalet ve demokrasi yerine kar elde etmenin faziletini piyasanın emrine sunan kapitalizm, düşmeye devam eden ortalama karlılığını ayakta tutabilmek için, “gelir” yerine “borçluluğu” ikame etmiştir.
The Economi dergisinde, 2015 Eylül ayında ABD 39. Başkanı J Carter yaptığı açıklamada ‘’Demokrasi öldü, Artık oligarşi var’’değerlendirmesini yaparken, sonunda Marx’ın tarihsel tezini doğrulamaktadır. Şimdi demokrasiyi de yok ettiği kabul edilen kapitalizm en yüksek aşamasına ulaşmıştır.
Peki, sıradan bireyin gücü bu sonucu engellemeye yetecek mi?
Bunun sonucunu Yakın gelecekte göreceğiz.Temnnimiz sosyal adalet, hakça paylaşım ve barış içinde ulusal değerlerimizle Atatürk ilkeleriyle bağımsız olarak mücadeleyle ülke olarak bu beladan kurtulmamızdır.