Önce bilgi nedir? Neden önemlidir? Kısaca buna bakalım:
Bilgi, dünyada var olan bir çok sistem ve mekanizmayı matematik, temel bilimler ve dil kullanılarak düzenlenme şeklidir. İngilizcede İnformation olarak adlandırılan bilgi taşıma–aktarma işlemiyle bilgiler üstüne bilgiler konarak insanlık sürekli bir gelişim sistemi yaratmıştır.
İnsanlık tarihine baktığımızda; önce ateş sonra tekerlek...buhar...bilgisayar..bulunmuş ve günümüze kadar gelinmiştir.Yani bilgiler ‘’Nasıl yapılır’’ arayışıyla bir çok makina ve mekanizma yapılmıştır. Bu bilgilerle Dünyada var olan bir çok sistemin kural ve kanunu ortaya çıkarılmıştır. Tabiatta ve Dünyada var olan bilgileri doğru ve iyi kullanan bir çok millet gelişmiş ülke konumuna gelmiştir. En önemlisi de ailelerin, şirketlerin, şehirlerin, ülkelerin ekonomileri bilgilerin doğru kullanılması ve değerlendirilmesi sayesinde gelişip büyümüştür.
Bu projeksiyonla, şehrimiz Edirne’ye baktığımızda Dünyada birçok şehre nasip olmayan varlık ve değerlere sahip olduğunu görüyoruz. Lakin bu varlık ve değerlere ait bilgileri ne kadar biliyor, kullanıyor veya iletebiliyoruz?
Bilgi depolarımız, tarihsel, kültürel, tarımsal...olarak çok zengindir. Bunların hiç birini bir stratejik plan ve vizyonla nasıl kullanacağımızı ve değerlendireceğimizi ortaya koyamadık. Bunları yönetecek, organize edecek kişi ya da kişileri belirleyip ortaya çıkaramadık. Kültürel anlamda Edirne şehrinin kısa tarihi, Selimiye’ye ve diğer tarihi eserlerimiz–Kırkpınar–Fatih – II. Murat...gibi önemli bilgilerin ne kadarını kaç hemşehrimiz biliyor ve bunu kullanıyor? Daha kötüsü ilgili birimler ve belediyemizin bu konuda nasıl bir gayreti ve stratejisi var? Edirne ve yöremizin çok çeşit yemek zenginliği varken sadece ciğerle yetinmek doğru mudur? Üstelik her yörenin kendine has yemeğinin bir hikayesi varken bizim ciğerin yok. Ciğer için geçmiş bilgileri incelenerek nasıl ortaya çıktığı senaryosu ortaya konsa daha iyi olmaz mı? Özellikle tarımsal anlamda sahip olduğumuz varlıklarımızın bilgilerini doğru kullanıp yerel ekonomimize katma değer üretemiyoruz. Son 30 yıldan bu yana devletin yanlış taban fiyat politikalarıyla klasik hale getirilen Buğday–Ayçiçeği–Çeltik yetiştiriciliğini endüstriyel olarak mamul ürüne dönüştüremediğimiz için artık para kazandırmaz hale gelmiştir. Halbuki tarımsal anlamda sahip olduğumuz bilgileri değerlendirip doğru kullansak çiftçimiz çok daha varlıklı hale gelecektir. Örneğin Biraz araştırsak GÜL, BAĞCILIK...kültürünün Edirne ve bölgesinde geçmişte ne kadar önemli olduğu bilgisini göreceğiz. Benzer şekilde İstanbul’un Osmanlı başkentliği yaptığı yüzlerce yıl gıda ve ticaretinin bir ayağının Edirne ve Balkanlar olduğu bilgisine ulaşacağız. Bu bilgileri nasıl kullanacağımızı araştırıp geliştiremediğimiz için maalesef Edirne ve yöremizden yok denecek kadar bir ürün İstanbul pazarına veya Avrupa’ya satamıyoruz. Geçmişte geleneksel olarak marka olmuş EDİRNE PEYNİRİ’ni markaya dönüştüremediğimiz için bizim peynir yapım tekniğimiz çalınarak Ezine....veya başka isimlerle peynir üretilip Pazar yaratılmıştır. Edirne’nin ardı da bağlar türkümüzün ortaya çıkış bilgilerinden yararlanmayı beceremedik. Üniversitemizin ana kampüsünün bulunduğu GÜLLAPOĞLU bölgesinin geçmişte gül bahçeleri olduğu, gül yetiştiriciliğinin Edirne için ne kadar önemli olduğu bilgilerini kullanıp neden Bulgaristan Kazanlık’tan daha iyi gülcülük yapamıyoruz. Benzer şekilde Meriç–Uzunköprü–İpsala’da ipek böcekçiliği ve ipekçilik kültürünün varlığı bilgilerini kullanmıyoruz? Geçmişte özel bir yerleşim alanı ve sebze üretim merkezi olan Karaağaç semtimizin bilgilerini neden öğrenip kullanmıyoruz?
Bugün on beş milyon nüfuslu İstanbul’a iki saatlik bir ulaşıma sahip olmamıza ve bu büyük pazarda yer alabileceğimiz bir çok imkan var olmasına rağmen bu konuda var olan bilgileri bir türlü kullanma becerisi ortaya koyamıyoruz. Bunu basit bir örnekle açıklaya biliriz; ülkemizde yetiştirilen yıllık 410 000 ton marulun 82 000 tonu İstanbul’da tüketilmektedir. İstanbul’da tüketilen marulun % 10’unu Edirne’de üretsek yılda 9 milyon TL çiftçimizin kazancı olur. Bu da 1250 dekar tünel sera demektir. Finike’de sadece 2000 dekar tünel sera mevcut olup bunların üretiminin % 90’ını Edirne’ye göre çok daha uzak olan İstanbul ve Ankara’ya pazarlanmaktadır. Bu yüzden mutlaka sahip olduğumuz bilgileri doğru kullanırsak çocuklarımız da başka mekanlara gidip çalışmayacak ve bir arada çok daha güçlü ve mutlu olacağız.