Meselenin adını “Kürt Sorunu” koymak; ayrımcılığı körükleyen en büyük adım oldu. Sorunlar da çözümler de tüm milletin olur, bunu herkesin bilmesi, öğrenmesi gerekir.
Bu yanlış adımı atanlar asırlarca unutulmayacak, tarih sayfalarında hak ettikleri yeri alacaklardır.
Meselenin iki boyutu var.
Birincisi terör boyutu. Terör örgütü ilk yıllarında iki sebeple umulanın üzerinde büyüdü, eleman sayısını ve silah gücünü artırma imkanı buldu.
Bu sebeplerden ilki; devletin terörle mücadele konusunda hazırlıksız ve donanım açısından yetersiz konumdan yakalanmasıdır.
Diğeri ise, terörle mücadele politikalarının ihtiyaca cevap verebilecek ölçüde oluşturulamaması, bataklığı kurutacak tedbirlerin güçlü bir silahlı mücadele ile eşgüdüm içinde yürütülememiş olmasıdır.
Meselenin ikinci boyutu da bölgesel kalkınmışlık farklarını giderecek politikaların oluşturulamamış olmasıdır. Bu boyut, ekonomik, sosyal, kültürel tüm politikaları kapsar, terörün zeminini ortadan kaldırmak bu kapsamdaki doğru politikalarla mümkün olabilir.
Bu ana sebeplere birçok yan etken ilave edilebilir:
Uzayan Olağanüstü Hal uygulamalarının doğu illerinde yaşayan vatandaşlarda yarattığı bıkkınlık ve infial, terörle mücadele ederken masum halka bilerek – bilmeyerek verilen zararlar...
Liste istediğiniz kadar uzatılabilir.
Ancak benim kanaatimce, Kenan EVREN döneminde özellikle asker olan gençlere Kürtçe konuşmanın yasak edilmesi, en bariz hatalardan biri olmuştur.
İlk yıllarda Suriye’nin terör örgütüne verdiği destek örgütü çok palazlandırmış, Suriye’ye verilen ültimatomla örgüt başı Suriye dışına çıkarılınca ve destek kesilince örgüt zor duruma düşmüş, bitme noktasına yaklaşmıştı.
Terörist başı İmralı’ya konduktan sonra Sayın Bahçeli’nin koalisyonu bozmasıyla AKP dönemi başladı. AKP HÜKÜMETİNİN terörle mücadele yerine müzakere yolunu seçtiği zamanla ortaya çıktı. Mücadelesiz müzakere dönemi Terör Örgütünü epeyce rahatlatmıştır düşüncesindeyim. Suriye’deki kamplarından çıkarılan Terör Örgütü bu sıkıntısını da Irak’ın kuzeyindeki “uçuşa yasak bölge” ile kolayca gidermiş oldu. Bu da ABD’li dostlarımızın(!) örgüte katkısı olmuştur.
Bu gelişmeler sonunda, terörle mücadele konusunda kat edilen mesafe son yıllarda maalesef sıfırlandı.
Güvenlik Güçleri “alan hakimiyetine” ve moral üstünlüğe sahipken, şimdi teröristlerin şehirlerde iyice yuvalandıkları, bazı yörelerde alan hakimiyeti bile kazandıkları her gün izlediğimiz terör olaylarıyla anlaşılıyor.
Açılım saçmalığının ülkeyi getirdiği bu noktada aldıkları ‘oy’un hakkını veremeyen üç parti, iki aydan beri uzlaşamadı ve bu günlerin sorumlusu olan AKP’yi hükümetten uzaklaştıramadılar.
Cumhurbaşkanı’nın görev vermesini bile beklemeye gerek yoktu. ÜÇ PARTİ 8 Haziranda “biz hükümet kurmak için görüşüyoruz” deseydi ve birkaç gün içinde de “uzlaştık” deselerdi...
Cumhurbaşkanı ;Davutoğlu’na hükümet kurma görevi verebilir miydi?
Burada CHP ve HDP’nin hakkını yemeyelim. Halk iradesinin gerçekleşmesinin önünü tıkayan Sayın Bahçeli ve partisi oldu. Hala durumu değiştirecek birkaç gün mevcut, ama bu kıymetli günlerin değerlendirilmesi ne yazık ki Bahçeli’nin tutumuna bağlı ve aynı Bahçeli tarafından heba edilecek gibi görünüyor.
Milletin gözü önünde yapılan bu büyük hatalar mutlaka karşılığını bulacaktır. Gün, o gündür ki, milletin bekası dışında her şey “teferruat” sayılmalıdır. Partilerin ve kişilerin menfaatleri, ikballeri bir kenara bırakılmalıdır. Bunu yapamayanlar bari gölge etmeseler iyi olur.